Şeyh Fenâî Ali Efendi tarafından 1126 (1714) yılında tesis edilen cami-tevhidhâne 1180'de (1766-67) minaresine yıldırım düşmesi sonucunda harap olmuş, durumun o sırada postnişin olan Abdullah Rıfkı Efendi tarafından Sultan III. Mustafa'ya bildirilmesi üzerine padişah Dîvân-ı Âlî hâcegânından Tıflî Mehmed Emin Efendi'yi bina emini tayin ederek tekkeyi yeniden inşa ettirmiştir. Tekke 1876'da Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın kızı, Zeynep Kâmil Hastahanesi'nin bânisi Zeynep Hanım tarafından son şekliyle ihya edilmiştir. Bu arada Mehmed Ali Paşa'nın zevcesi Şeminur Hanım ile oğlu Abdülhalim Paşa'nın eşi Vicdan Hanım için hazîresinde gösterişli kabirler yaptırılmıştır. Tekke bu kabirleri kuşatan yaldızlı şebekeden dolayı Yaldızlı Tekke adıyla da tanınır.
Fenâî Ali Efendi'den sonra halifesi Abdullah Rıfkı Efendi (ö. 1184/1770), Rıfkı Efendi'nin oğlu Mehmed Nazif Efendi (ö. 1207/1792) ve Hattat Mehmed Şâkir Efendi (ö. 1225/1810) postnişin olmuş, ardından Celvetiyye'nin Hâşimiyye şubesinin merkezi Bandırmalızâde Tekkesi'nin postnişini Şeyh Mehmed Galib Efendi'nin halifesi Şeyh Mehmed Efendi (ö. 1261/1845) meşihatı devralmıştır. Tekkenin âyin günü çarşamba idi. Dergâhın son şeyhi Mehmed Şâkir Efendi'dir (ö. 1951).
Cumhuriyet döneminde cami-tevhidhâne, Fenâî Ali Efendi'nin türbesi ve hazîre dışında kalan tekke bölümleri ortadan kalkmış, yakın bir tarihte çevre halkının yardımlarıyla onarılan bu yapılardan türbenin cepheleri traverten levhalarla kaplanmış, ayrıca hiçbir mimari üslûbu olmayan bir cümle kapısı inşa edilmiştir.
Arsanın güneybatı köşesinde Boybeyi sokağı üzerinde yer alan cami-tevhidhâne kare planlı (10,50 × 10,50 m.) bir alanı kaplar. Duvarları moloz taş ve tuğla ile örülmüş, üstleri sıvanmıştır. Kırma çatı halen Marsilya tipi kiremitlerle kaplıdır. Yapının iki girişi vardır. Bunlardan cümle kapısı niteliğinde olan giriş doğu duvarında yer almakta ve avluya açılmaktadır. Dikdörtgen açıklıklı bu kapının yanlarında aynı nitelikte birer pencere görülür. Cümle kapısından önce, yapının doğu duvarı boyunca uzanan zemini yükseltilmiş bir maksûreye geçilir. Üst kattaki mahfili taşıyan üç adet kare kesitli ahşap sütun ve ahşap korkuluklarla sınırlandırılmış olan bu maksûrenin kuzey ucunda üst kata çıkan merdiven ve bunun altına yerleştirilmiş ufak bir ardiye yer alır. Mekânın batı duvarı boyunca da buradaki maksûrenin eşi olan diğer bir maksûre uzanmaktadır.
Cami-tevhidhânenin kuzey duvarında daha ziyade tekke sakinlerince kullanıldığı anlaşılan, cümle kapısına nisbetle daha küçük boyutlu ikinci bir kapı bulunmaktadır. Bu kapıdan önce dikdörtgen planlı bir sofaya geçilir. Maksûrelerle aynı derinlikte olan bu sofanın kuzeye (avluya) açılan bir penceresi, doğu ve batı yönlerine açılan birer kapısı, güney yönündeki cami-tevhidhâne harimine açılan bir kapı ile penceresi vardır. Doğudaki kapıdan, yapının kuzeydoğu köşesinde yer alan dikdörtgen planlı bir mekâna geçilir. İkisi kuzeye, biri harime bakan toplam üç adet pencerenin aydınlattığı bu mekân bir tür meydan odası olsa gerektir. Sofanın batısındaki kapıdan ise yapının kuzeybatı köşesinde bulunan kare planlı minyatür bir sofaya geçilir. Batıya açılan bir pencere ile aydınlanan bu sofadan, yapının batı duvarına yaslanan bir ahşap merdiven hareket etmekte ve üst kattaki kadınlar mahfiline çıkmaktadır.
Harimin güney duvarının ortasında yarım yuvarlak hücreli, sepet kulpu kemerli mihrap yer alır. Yanlarda altlı üstlü ikişer pencere açılmıştır. Batı yönündeki zemin kat maksûrelerinin sınırına köşkü soğan kubbe ile taçlandırılmış, basit görünümlü minber yerleştirilmiştir. Zemin kattaki bütün tavanlar pasalarla teşkil edilmiş ince uzun dikdörtgenlere taksim edilmiş olup "çubuklu" denilen tiptedir.
Yapının güneydoğu köşesinde dışarı taşan kare bir kaide üzerinde yükselen daire kesitli minare basit bir şerefe ile donatılmış olup kubbe biçiminde küçük bir kâgir külâhla son bulmaktadır.
Cami-tevhidhâne, inşa edildiği dönemde Osmanlı mimari ortamında hâlâ varlığı hissedilen, özellikle ufak çapta mescid ve tekkelerde tercih edilen empire (ampir) üslûbunun izlerini taşımaktadır. Herhangi bir süsleme öğesinin bulunmadığı hareketsiz cephelerde dikdörtgen açıklıklı kapı ve pencereler sıralanmaktadır. İç mekânda da kayda değer mimari ayrıntı ve süsleme yoktur. Sade görünümlü mihrabın içinde kordonlarla tutturulmuş kıvrımlı perde ve kandil motifleri göze çarpar. Minber ahşaptan yapılmış olup basık kemerli kapıları ve köşkünü taçlandıran soğan kubbesiyle Abdülaziz dönemi eklektizmini oldukça basit bir düzeyde temsil etmektedir.
Fenâî Ali Efendi'nin ahşap sandukasını barındıran türbe kâgir duvarlı ve kırma çatılı olup yaklaşık 6 × 5 m. boyutlarında, köşeleri 45° pahlanmış, dikdörtgen bir plana sahiptir. Bütün açıklıklar yuvarlak kemerlerle geçilmiştir. Giriş doğu duvarında yer alır. Türbe aslında dördü pahlı köşelerde, biri de batı duvarında girişin karşısında olmak üzere toplam beş adet pencere ile donatılmıştı. Güney ve kuzey duvarlarında da pencerelerle aynı boyutlarda kemerli ikişer niş sıralanmaktaydı. Cephelerinin traverten levhaları ile kaplandığı son onarımda bu nişlerden güneye bakanlar pencereye dönüştürülerek yapının dokusunun yanı sıra özgün planına da müdahale edilmiştir.
Hazîre türbe ile Boybeyi sokağı arasındaki kesimde uzanmaktadır. Türbenin kuzeyinde de tek tük kabirler mevcuttur. Hazîredeki mezarlar arasında Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın eşi Şeminur Hanım ile gelini Vicdan Hanım'ın açık türbe karakterindeki mezarları dikkati çeker. Eklektik zevki yansıtan dökümden mâmul bir şebeke ile kuşatılmış olan her iki mezarda, beyaz mermerden çok ince bir işçilikle yontulmuş olan lahitler ve şâhideler devirlerinin karmaşık üslûbunu en iyi şekilde gözler önüne sermektedir. Girlantlar, "S" ve "C" kıvrımları, çeşitli türde rozetler, kabartma güller, beyzî ve dairevî madalyonlar, kıvrık dallar, yivli pilastırlar ve diğer süsleme unsurları barok, empire ve rokoko üslûplarının ilginç bir karışımını sergilemektedir.
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi