Bedî' ilmi içinde yer alan istişhâdı edebî bir sanat olarak inceleyen ilk müellif Ebû Hilâl el-Askerî (ö. 400/1009'dan sonra) "istişhâd ve ihticâc" adını verdiği türü şöyle açıklamıştır: "İlk önce bir söz getirilir, sonra onu, bundan doğan ve buna bir zeyil konumunda olan, doğruluğuna delil ve örnek teşkil eden diğer bir söz takip eder" (Kitâbü'ṣ-Ṣınâʿateyn, s. 470). İbn Sinân el-Hafâcî, "istidlâl bi't-temsîl" olarak adlandırdığı istişhâdı, "Önceki sözün doğruluğuna delil teşkil eden ve ona bir misal konumunda olan söz getirmektir" diye tanımlamıştır. Maarrî'nin şu beyti Hafâcî'nin verdiği örnekler arasında yer alır: لو اختصرتم من الإحسان زرتكم / والعذب يهجر للإفراط في الخصر (İhsanlarınızı biraz kıssaydınız sizi ziyaret edecektim. Tatlı su da olsa eğer aşırı soğuksa ondan kaçılır). Burada son cümle ilk cümlenin doğruluğunu kanıtlayan bir temsil durumundadır. Temsil konumundaki hikmetli söz genellikle edibin kendisine ait olur.
Hatîb el-Kazvînî ve onun Telḫîṣü'l-Miftâḥ'ını şerhedenlerle daha sonraki belâgat âlimleri istişhâdı bir ıtnâb türü olarak görmüşlerdir. Kazvînî'nin "ıtnâb bi't-tezyîl" dediği ıtnâb nev'i Ebû Hilâl el-Askerî'nin "istişhâd ve ihticâc" adını verdiği türe yakındır. Kazvînî tezyîl ıtnâbını, "Bir cümlenin ardından aynı anlama gelen ve onu pekiştiren bir başka cümle getirmektir" şeklinde tanımladıktan sonra onu, önünden bağımsız bir mesel konumunda bulunan ve önüyle bağımlı olarak mesel konumunda olmayan tezyîl şeklinde ikiye ayırmıştır. Türün özellikle mesel durumundaki tezyîl ile tamamen örtüştüğü görülmektedir. Şu âyetler, Kazvînî'nin mesel konumundaki tezyîle verdiği örnekler arasında yer alır: وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا (De ki hak geldi, bâtıl yıkılıp gitti, zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur [el-İsrâ 17/81]), وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَ أَفَإِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ۰كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ (Biz senden önce hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Sen öleceksin de onlar ölmeyecekler mi? Her can ölümü tadacaktır [el-Enbiyâ 21/34-35]). Âyetlerdeki son cümleler önleriyle aynı anlamda olarak onları pekiştiren, fakat aynı zamanda önlerinden bağımsız birer mesel durumundadır.
Askerî'nin türle ilgili olarak örnek verdiği pek çok şiir arasında şu iki mısra özellikle kaydedilmelidir: إنّما يعشق المنايا من الأقـوام من كان عاشقًا للمعالي / وكذلك الرماح أوّل ما يكـسر منهنّ في الحروب العوالي (Milletler içinde ancak yüce mertebelere âşık olanlar ölüme seve seve giderler / Nitekim savaşlarda mızrakların da ilk kırılan yerleri üst taraflarıdır). Mütenebbî'nin şu beyti de bu konuda nakledilen en yaygın örneklerdendir: من يهن يسهل الهوان عليه / ما لجرح بميّت إيلام (Alçağa alçaklık vız gelir, hiç ölüye yara acı mı verir?).
Askerî'nin de belirttiği gibi istişhâd örneklerinin birçoğu teşbîh-i temsîlî veya istiâre-i temsîliyye formundadır. Abdülganî en-Nablusî, şairin şiir içinde adını veya lakabını kulağa hoş gelecek şekilde zikretmesini bir bedî' türü olarak istişhâd adı altında ele almıştır. Nablusî, eski ve yeni şairlerin şiirlerinde buna dair birçok örneğin bulunduğunu belirtir.
TÜRK EDEBİYATI. Türk edebiyatında bir edebî sanat olarak istişhâddan ziyade ona çok benzeyen "irsâl-i mesel" veya "iktibas" tercih edilmiş, bu sebeple Türkçe belâgat kitaplarında istişhâd yer almamıştır. İrsâl-i meselde örnek olarak atasözleri veya benzer özlü sözler, iktibasta âyet ve hadisler zikredilir. İstişhâdda ise örnek söz veya mısraların kime ait olduğunun belirtilmesi gerekir. Belâgat terimi olarak istişhâdın asıl malzemesini doğruluk, güzellik, yaygın kullanılırlık gibi farklı özelliklere sahip kalıplaşmış ifadeler oluşturur. Şair veya yazarın ifadeyi kuvvetlendirmek, anlamı zenginleştirmek, sözü sanatlı hale getirmek gibi amaçlarla âyet veya hadis, atasözleri, vecize, mısra ve beyit zikretmesi istişhâdı ortaya çıkarır.
İstişhâd, anlamı güçlendirmek için başkalarının fikir ve sözlerinden yararlanma bakımından ıtnâb-ı makbûle benzer (bk. ITNÂB). Özellikle açıklama gerektiren fikirlerle yoruma muhtaç konularda müellifin sığlıktan kurtulması ve ifadesini zenginleştirip kuvvetlendirmesi için istişhâd en geçerli yoldur.
Türk nesrinin başlangıcından itibaren istişhâd yolunun kullanıldığı görülmektedir. Orta Asya devresinde kaleme alınan Kutadgu Bilig'in mukaddimesiyle başlayıp kısa ve secili cümle yapısına sahip Rabgūzî'nin Kısasü'l-enbiyâ'sı ile gelişen bu anlatım tarzı, Dede Korkut hikâyelerinden bu yana atasözlerinin de bu amaç için kullanılmaya başlanmasıyla zenginleşmiştir (geniş bilgi ve örnekler için bk. Defne, s. 87-90). Anadolu sahasında kaleme alınan ilk eserlerde çok sayıda istişhâd örneğinin bulunduğu görülmektedir. Yazarı belli olmayan Behcetü'l-hadâik fî mev'izati'l-halâik ile Sadreddin Mustafa Şeyhoğlu'nun Merzübânnâme tercümesi bu ifade tarzını benimsemiş eserlerdendir.
"Divan nesri" adıyla anılan yazı dilinde Sinan Paşa'nın Tazarruât'ından itibaren rağbet gören bu üslûp özellikle sanatkârane nesirde yaygın bir kullanım alanı bulmuştur. Başlangıçta daha çok eserlerin mukaddime kısımlarında görülen ve âyet, hadis, İslâm büyüklerinin ifadelerinden seçilmiş sözler, Arapça ibareler, XV. yüzyılın ikinci yarısından sonra gelişen inşâ anlayışının da etkisiyle bilhassa mensur eserlerin bütününe yayılmıştır. Ayrıca özellikle şiir şerhlerinde istişhâd için âyet ve hadislerden özlü sözlere, mısralardan manzumelere kadar her çeşit malzemenin kullanıldığı görülür. İktibas ve istişhâd yoluyla ifadeyi zenginleştirme ve süsleme anlayışı Türk nesrinde ayrı bir yeri olan divan mukaddimelerine de yansımıştır (Üzgör, s. 19-23). Necâtî, Lâmiî Çelebi ve Fuzûlî gibi şairlerin divan mukaddimeleri bu tarzın dikkat çekici misalleriyle doludur.
Tezkiretü'ş-şuarâ, tezkiretü'l-evliyâ ve menâkıbnâmeler yanında tasavvufî mensur eserlerde de bu anlatım tarzına yaygın biçimde başvurulmuştur. XVI. yüzyıldan itibaren süslü anlatıma yönelme eğiliminin Türk nesrinin külfetli ve ağır bir şekle dönüşmesinde iktibas ve istişhâd yoluyla anlatımın önemli bir rolü olmuştur. Sanatkârane Türk nesrinin en mükemmel örnekleri sayılan Veysî ve Nergisî'nin eserlerinde görülen istişhâd örnekleri bu konudaki en uç misaller olarak kaydedilebilir.
Tanzimat devrinde Türk nesrinin sadeleşerek Batı etkisinde bir gelişme kaydetmesine rağmen bu ifade tarzının Nâmık Kemal, Muallim Nâci ve Ziyâ Paşa'nın nesirlerinde sürdürüldüğü görülmektedir. Özellikle Nâmık Kemal'in mektupları bu anlatımın çeşitli örnekleri bakımından zengindir. Muallim Nâci'nin, Türkçe'de kullanılan ve kullanılabilecek olan iktibas ve istişhâdlar için Sânihâtü'l-Arab (İstanbul 1303), Sânihâtü'l-Acem (İstanbul 1304) adlarıyla müstakil kitaplar kaleme alması bu rağbetin devam ettiğini göstermektedir. Türk edebiyatındaki iktibas ve istişhâd örneklerinden bir kısmı Mehmet Yılmaz tarafından Edebiyatımızda İslâmî Kaynaklı Sözler adıyla bir araya getirilerek yayımlanmıştır (İstanbul 1992).
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi