Huzur eseri kim tarafından yazılmıştır?

Konusu II. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde İstanbul'da geçen Huzur, ön plandaki kahramanlarından İhsan, Nuran, Suad ve Mümtaz'ın adlarını taşıyan dört bölüm ve otuz yedi alt bölüm üzerine kurulmuştur. İşgalde ve Millî Mücadele yıllarında Anadolu'da babasını ve annesini kaybeden Mümtaz, çocuk yaşta İstanbul'a giderek amcasının oğlu İhsan'ın evine yerleşir. Galatasaray Lisesi'ni ve Edebiyat Fakültesi'ni bitirip asistan olur. Birinci bölümde Mümtaz ağabey dediği İhsan'ın hastalığı ile ilgilenmektedir. O gün akşam üzeri karşılaştığı arkadaşlarından, bir yıldan beri sevdiği Nuran'ın kocasıyla barışarak yeniden evleneceklerini öğrenir. İkinci bölüm Mümtaz'ın Nuran'la tanıştığı bir yıl kadar öncesinden başlar. Kocasından boşanmış olan Nuran'la aralarında başlayan aşk İstanbul'un tarihî ve tabii güzellikleri içinde gelişir. Üçüncü bölümde, Mümtaz'la Nuran evlenme hazırlıkları içinde iken aralarına çok önceden beri Nuran'a âşık olan, kocasından ayrılması üzerine yeniden ümitlenen Suad'ın rahatsız edici mektup ve davranışları girer. Hiçbir ahlâk anlayışı olmayan, üstelik evli ve veremli olan Suad bir çeşit intikam duygusuyla kendini asarak intihar eder. Bu talihsiz olay Mümtaz'la Nuran'ın birbirinden uzaklaşmalarına sebep olur. Son bölüm, birinci bölümün bittiği ilk günün akşam saatlerinden itibaren devam eder. Mümtaz Suad'ın intiharıyla ruhî sıkıntı içine girmiş, Nuran İzmir'e gitmiş, İhsan'ın hastalığı ağırlaşmıştır. Mümtaz, sabaha karşı elinde ağabeyine götürdüğü ilâç şişeleriyle eve dönerken ruhî bir kriz geçirir. Suad'ın halüsinasyonu ile karşılaşır, yere düşer. Yüzü gözü kan içinde kalktığı sırada radyo II. Dünya Savaşı'nın başladığını haber vermektedir.

Suad'ın âni intiharı dışında olağan üstü denilebilecek bir vak'ası bulunmayan roman kişilerin birbirleriyle ilişkilerine, çatışmaların hissedilmediği diyaloglarına ve daha çok bu ilişkilerin iç dünyalarına yansımalarının tahliline dayanmaktadır.

Huzur'u asıl zenginleştiren yönü, kahramanlarının her birinin belirli bir kültür birikimine ve hayat görüşüne bağlı kişilerden seçilmiş olmasıdır. Bu insanlar hayata, çevrelerindeki diğer kişi ve olaylara hep o kültür perspektifinden bakarlar ve öyle değerlendirip yorumlarlar. Fransa'da tahsil görmüş, gençliğinde sosyalist akımlara kapılmış bir tarih öğretmeni olan İhsan Türkiye'ye dönüşünde milliyetçi, kendisine göre bir tarih felsefesi olan, mutasavvıf meşrepli bir insan olmuştur. Yakınlarının ve içinde bulunduğu topluluğun sorularına, sıkıntılarına çözüm bulmaya çalışır. Tanzimat'tan beri yapılan inkılâpların hep devlet eliyle halka kabul ettirilip uygulanmış olmasını tenkit eder. Baba tarafı Mevlevî, anne tarafı Bektaşî olan Nuran ise Boğaziçi'nde eski ve kültürlü bir aile içinde yetişmiş, Edebiyat Fakültesi'nde okumuş bir genç kadındır. Ailesinden mûsikişinas ve bestekârlar yetişmiş olan Nuran da klasik Türk mûsikisini sevmekte, şarkı söylemektedir. Suad inançsız, ahlâk anlayışına karşı alaycı ve mesuliyetsiz bir tiptir. Bu bakımdan romanın öteki tiplerine zıt bir karakter gösterir. Fakat o da kültürlü bir insandır. Edebiyat Fakültesi'nde asistan olan romanın asıl kahramanı Mümtaz ise doktora çalışmalarını sürdürürken bir yandan da Şeyh Galib'in hayatını anlatan, fakat aslında Nuran'la aralarındaki aşkı dile getireceği bir roman yazmaktadır. İstanbul'un tarihî ve tabii çevresini yakından tanıyan Mümtaz edebiyata olduğu kadar mûsiki, mimari ve hat gibi güzel sanatlara da ilgi duymaktadır. Nuran'la geçirdikleri bir yıl içinde İstanbul'un kenar mahallelerini, mimari eserlerini, Adalar'ı, Boğaziçi'ni dolaşmışlar, mûsiki meclislerinde bulunmuşlardır.

Bütün bu kişilerin hayata ve varlıklara bakış tarzlarıyla özelliğini kazanan Huzur, böylece Osmanlı döneminde yetişip Cumhuriyet'e ulaşan ilk neslin sanat ve kültür birikimleri, yaşamış oldukları değişme ve değer kayıplarının buruk acılarıyla iç içe geçen bir aşk romanı hüviyeti kazanmıştır. Başka bir açıdan bakıldığında Huzur aşk, tabiat ve sanat temaları üzerinde kurulmuş, Türk edebiyatında İstanbul'u en güzel anlatan romanlardan biridir.

Birinci derecedeki şahsiyetlerin dışında romanın oldukça kalabalık ve zengin bir kişiler kadrosu bulunmaktadır. Bunlar da ihmal edilmemiş, aldıkları roller seviyesinde ve çok defa da Mümtaz'ın bakış açısından değerlendirilmiştir.

Romanın birinci derecede rolü olan kahramanlarının kültür birikimleri ve savundukları fikirler dikkate alınarak gerçek hayattaki karşılıklarının tesbit edilmesi tenkitçilerin üzerinde durdukları hususlardan biri olmuştur. İhsan'ın Yahya Kemal'le, Mümtaz'ın da Tanpınar'ın kendisiyle benzer ve farklı yönleri üzerinde durulmuş, diğer roman kişilerinin de hayatta az çok benzerleri bulunabileceği belirtilmiştir.

Huzur, 1940'lı yılların Türk romanları arasında orijinal denilebilecek bir teknikle yazılmıştır. Üçüncü şahıs, yani anlatıcı-yazar ağzından yazılmış bir roman olmakla beraber Huzur'da bir "ben" romanı gibi tamamen Mümtaz'ın bakış açısı hâkimdir. Romandaki diğer kişilerin geçmişleri de yazarın verdiği bilgiye değil Mümtaz'ın öğrendiklerine dayandığı için zaman zaman aksamalar olsa da Mümtaz bir çeşit "yansıtıcı merkez" olarak kullanılmıştır. Berna Moran, bu açıdan Tanpınar'ın Türk romanına yeni bir anlatım tekniği kazandırdığını örnekleriyle gösterir. Aynı eleştirmen romanın dört bölümünden ilkinin sıkıntılı, ikincisinin neşeli, üçüncüsünün melankolik, dördüncüsünün ise çok sıkıntılı olmasına dikkat çekerek Batı müziğini de çok seven Tanpınar'ın Huzur'daki bu yapıyı, bir Batı müziği formu olan senfoniye yaklaştırma arzusunda olduğunu söyler.

Huzur'da asıl çerçeveyi teşkil eden olay yirmi dört saat içine sığdırılmıştır. Oldukça hacimli olan eserin böyle kısa bir süre içine sıkıştırılması yine dönemindeki Türk romanı için bir yeniliktir. Mehmet Kaplan, Tanpınar'ın bu modeli James Joyce'un Ulysses adlı romanından almış olabileceğini ileri sürer. Bu sürenin genişletilmesi Mümtaz'ın ikinci ve üçüncü bölümlerdeki bir yıl öncesini hatırlamasıyla ve belki daha da önemlisi romanın olaylardan çok ruh tahlillerine dayanmasıyla sağlanmıştır.

Romanın dört bölümü arasındaki hacim dağılımı tam bir eşitlik göstermez. Zamanda geriye dönüşü anlatan ikinci ve üçüncü bölümler eserin üçte ikisini teşkil ederken yalnız ikinci bölüm üçte birinden daha geniş bir hacim oluşturur. Bu bölümler, özellikle ikinci bölüm romanın fikir ve his bakımından en yoğun, ifade bakımından en çok şiire yaklaşan parçalarını ihtiva eder. Nuran ve Mümtaz'ın aşkları, bedenî hazların üzerinde, sanat ve tabiat güzelliklerinin de katılmasıyla giderek platonik bir karakter kazanır. Hayatın, sanatın, aşkın mânası, bütün bir tarih ve medeniyet telakkisinin âdeta yeniden yarattığı İstanbul'un güzellikleri genç âşıklara büyülü mevsimler hazırlamıştır. Onların gezilerinde, geceyi, tabiatı seyredişlerinde, mûsiki dinleyişlerinde bir çeşit mistik-panteist duygular yaşanır. Suad'ın intiharıyla talihin birden tersine dönmesi üzerine Mümtaz için en buhranlı zamanı anlatan dördüncü bölüm ise romanın sadece yedide birini oluşturur.

Huzur hazla acının beraber yürüdüğü bir romandır. Aslında bu iki duygu insanın seçimiyle değil hayatın sunuşuyla ona ulaşır. Tanpınar Huzur'da, insan iradesinin üzerinde bir kaderin güçlü hâkimiyetini teslimiyetle kabul eden portreler çizmiştir. Bütün romanda ilâhî kaynağı belirtilmeksizin kader kelimesi sık sık telaffuz edilir veya kişilerin zihninden geçer. Buna bağlı olarak veraset yoluyla intikal eden karakter özellikleri de romanın trajik yapısında rol oynar. Ancak kader veya veraset her zaman olumsuzluğun değil bazan insan hayatının, hatta bir milletin mutluluğunun da yaratıcısı olur. Nitekim romanda yer yer kişilerin karakter ve kültürüyle Osmanlı medeniyetinin oluşumunun da bir yığın tarihî, coğrafî, ırkî özel şartları doğuran kaderin ve verasetin eseri olduğu ifade edilir.

Tanpınar'ın Huzur'la beraber Mahur Beste ve Sahnenin Dışındakiler adlı romanlarını bir çeşit nehir roman olarak düşündüğü anlaşılmaktadır. Nuran Mahur Beste'deki Talat Bey'in torunudur, İhsan da Sahnenin Dışındakiler'de arka planda mevcut tiplerden biridir.

İlk yayımlandığında (İstanbul 1949) yeteri kadar akis bulmayan Huzur, Tanpınar'ın ölümünden sonra ve özellikle ikinci basımının (İstanbul 1972) ardından büyük bir ilgi odağı oluşturmuştur. Tenkitçilerin bazan birbirini tamamlayan, bazan da birbirine zıt değer yargılarıyla değerlendirdikleri romanın en geniş tahlilini Mehmet Kaplan yapmıştır. Aslında belli bir tezi olmayan romanın mesajı üzerinde de farklı görüşler ileri sürülmüştür. Mehmet Kaplan'a göre Huzur, insanoğlunun vahdet iştiyakı ile kesret âlemi arasında kalışının romanıdır. Berna Moran ise eseri Mümtaz'ın şahsî mutluluğu ile toplumsal sorumluluğunun çatışması olarak değerlendirir. Romandaki aşk ve estetiği ikinci planda gören Sevim Kantarcıoğlu'na göre ana fikir, tarih ve medeniyetimizi çağın şuuru ve tecrübesiyle tertip etme gereğidir. Romanı Marksist açıdan değerlendiren Selâhattin Hilâv, Tanpınar'ın resmî ideolojiden koparak maddeci bir tarih ve kültür felsefesine yaklaştığını ileri sürerken Huzur'da bir çeşit mazmun dili kullanılmasını da tenkit eder.

Kenan Işık tarafından tiyatro metni haline getirilen ve yönetilen eser İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda 1997-1998 sezonunda sahnelenmiştir.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA