Mânevî gurbetin, biri tutum ve davranışlarla, diğeri düşünce ile (himmet) ilgili olmak üzere iki şekli vardır. Bir toplumun yaşama tarzı dine uygun değilse o toplumda yaşayan dindar insan öz yurdunda da olsa garip sayılır. Nitekim İslâm'ın ilk yıllarında Mekkeli müslümanlar kendi yurtlarında böyle bir gurbet hayatı yaşamışlardı. "İslâm garip olarak başladı, ileride yine garip olacaktır, ne mutlu o gariplere!" (Müslim, "Îmân", 232; Tirmizî, "Îmân", 13) meâlindeki hadiste bu duruma işaret edilmiştir. Mekke müşrikleri arasında azınlık olarak yaşayan ashap garip sayıldığı gibi benzer şartlar altında zor bir hayat geçiren dindar müslümanlar da garip sayılır. "Güç şartlar altında sıkıntılı bir hayat yaşamak" anlamına gelen gariplik bu sebeple fazilet kabul edilmiştir. Nitekim, "Toplum bozulduğu zaman sünnete sarılan kimse elinde ateş tutan insan gibidir" meâlindeki hadis de (Müsned, II, 39, 55) bunu ifade etmektedir. Bazı hadislerde, İslâmî hayattan uzaklaşmış kişiler arasında yaşamak zorunda kalan dürüst müslüman, toplumda kendi hayat anlayışında kimse bulunmadığı için yalnız yaşayan takvâ sahibi kişi, sünneti halka öğretip yaymaya çabalayan mümin garip olarak nitelendirilmiştir (bk. İbn Kayyim el-Cevziyye, III, 203-204).
"Dünyada bir garip veya bir yolcu gibi yaşa" (Buhârî, "Reḳāʾiḳ", 3; İbn Mâce, "Zühd", 13) meâlindeki hadisle gariplik teşvik edilmiştir. Ebü'l-Hasan es-Subeyhî, "Garip vatanında iken ondan uzak olan kişidir"; "Garip kendi meşrebinde olmayanlar arasında kalan kişidir" (Lâmiî, s. 213) derken bu tür garipliği anlatmak istemiştir. İbn Kayyim el-Cevziyye riyakâr, haram helâl tanımayan cahil zümreler arasında yaşamaya katlanan ihlâslı, dindar ve âlim kişileri garip sayar (Medâricü's-sâlikîn, III, 219). Aynı şekilde Hakk'a ermek için mânevî sefere çıkan velîler, kendi hallerine ve eriştikleri makamlara yabancı olanlar arasında gariptirler.
Mânevî gurbetin en yüksek derecesi, "kişinin himmetiyle çevresindekilerden ayrılması" şeklinde açıklanan âriflerin gurbetidir. Ârif sadece Hakk'ı ister, O'nunla teselli bulur; O'ndan başkasıyla olduğu zaman kendini garip hisseder; ârif dünya ve âhiret garibidir (Herevî, s. 41).
Muhyiddin İbnü'l-Arabî'ye göre, a'yân-ı sâbite*lerini bilen ve kendi aslî vatanlarından hiçbir zaman ayrılmayan kâmil ârifler için gurbet söz konusu olmaz. Çünkü onlar Hakk'ın kendilerine ayna olduğunu, sûretlerinin onda zuhur ettiğini bilirler (el-Fütûḥât, II, 529).
Mutasavvıflara göre ruhların esas vatanı bu dünya ve bu beden değildir, ruhlar âlemidir. Asıl vatanlarından ayrılan ruhlar dünyada ve bedende iken gariptirler ve kendi vatanlarına dönmenin özlemi içinde yaşarlar. Bu anlamdaki gurbet hayatı özellikle tasavvuf edebiyatının en canlı temalarından olmuştur.
Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ