Şirâ Ne Demek, Anlamı Nedir? Şirâ Ne Anlama Geliyor?

Sözlükte “saç” anlamındaki şa‘r kökünden türetilir ve “parlak bir yıldız” diye tanımlanır

Arap dilcilerinin şi'râyı "saçlı" mânasında Arapça asıllı bir kelime kabul etmelerine rağmen şarkiyatçılar, kelimenin Grekçe'deki sirius isminin Arapçalaşmış şekli olabileceği görüşündedir (Horovitz, s. 119; Jeffery, s. 186). Kur'ân-ı Kerîm'de cins ismi olarak necm ve kevkeb kelimeleriyle yıldızlara işaret edilmiş, sadece şi'râ özel ismiyle anılmıştır (en-Necm 53/49). Sahih hadis kaynaklarında bu isme rastlanmamaktadır. Gerek sözlüklerde gerekse tefsirlerde şi'rânın bir adının da mirzem olduğu, Cevzâ'dan (İkizler burcu) sonra doğduğu ve doğuşu sırasında yüksek bir hararet taşıdığı belirtilir. Hurmaların olgunlaşması için fazla sıcaklık beklendiğinden Araplar arasında, "Şi'râ doğunca onu hurmalık sahibine sor" sözü yaygındır. Bazı Araplar şi'râ kelimesinden büyük köpek takım yıldızını, bazıları da Cevzâ burcunda yer alan mirzemi anlardı. Aslında şi'râ bir çift yıldız olup bunlardan güneye düşene şi'râ-yı Yemâniyye, kuzeye düşene şi'râ-yı Şâmiyye denirdi. Asıl şi'râ samanyolunun ve büyük köpek (orions dog, canis major / avcı köpeği) takım yıldızının en parlak yıldızı olan şi'râ-yı Yemâniyye'dir. Nitekim Batlamyusçu Grek astronomisinde şi'râ büyük bir köpek resminin ağzında gösterilmiştir. Şi'râ-yı Şâmiyye ise küçük köpek (canis minor) takım yıldızı içinde yer alır. Şi'râ-yı Yemâniyye'ye abûr, şi'râ-yı Şâmiyye'ye gumeysâ adı da verilmiştir. Câhiliye dönemi inancına göre bunlar Süheyl (Orion) yıldızının kız kardeşleridir. Diğer yıldızların aksine şi'râ-yı Yemâniyye semayı enine kateder (ubûr) ve bu sebeple ona abûr denir. Diğer bir inanca göre şi'râ Süheyl'in eşi olup onunla bitişikti. Süheyl şi'râdan ayrılıp Yemen tarafına doğru aşağıya inmiş, bunun üzerine şi'râ da samanyolunu geçip Süheyl'in peşinden gitmiş ve bundan dolayı abûr ismini almış, yalnız kalan şi'râ-yı Şâmiyye ağlamaktan gözleri çapaklandığından ona da gumeysâ (gözleri çapaklı) adı verilmiştir.

Gökyüzünün en parlak yıldızı kabul edilen şi'râ güneşten yirmi üç kat daha parlak, elli kat daha büyüktür ve dünyadan 8,7 ışık yılı (51 trilyon mil) uzaklıktadır. Bu mesafe dünya ile güneş arasındaki 149 milyon kilometrelik uzaklığın 1 milyon katıdır. Şubat ve mart aylarında şi'râ dünyanın her yerinden görülebilir. Doğuş zamanı ayınkine yakındır. İkizler burcunda bulunan sacayağı şeklindeki üç yıldızın adı olan "hek'a" ile Cevzâ'dan sonra doğar. Yaz aylarında görünmediği için eski Yunanlılar, şi'rânın kendi ısısını güneşinkine ekleyerek yaz sıcaklığının artmasına yol açtığına inanırlardı. Bir Arap şiirinde, "Gizlediği için ateşini şi'râ-yı abûr / Eylül geçti ve kalktı sıcaklar" denilerek (Kurtubî, XVII, 119-120) bu telakki dile getirilmiştir. Eskiçağ'larda Hint astrologlarının önem atfettikleri yıldızlardan biri de şi'râ idi. Eski Mısırlılar, Nil'in yıllık akış periyotlarını şi'râ-nın Memfis şehrinin doğu ufkundan sabah vakti doğmasına bakarak hesap ederlerdi. Hermes'e göre ayın doğuşu Koç (Hemel) burcunda şi'rânın doğuşuna yakın olduğu takdirde o yılın ilk beş günü insanlar mutlu ve sağlıklı olur; ancak daha sonra hastalıklar geri döner; o yılda yöneticiler de sıkça iktidardan düşürülür (DMİ, XIII, 311).

Câhiliye Arapları genellikle şi'râya büyük önem verir, dünya üzerinde etkili olduğuna inanır, bazı kabileler ona tapardı. Araplar içinde ona ilk tapanın Ebû Kebşe el-Huzâî olduğu söylenir (Âlûsî, XXVII, 69-70). Bir rivayete göre müşrikler, Hz. Peygamber'in kendi dinlerini reddedip yeni bir din tebliğ etmesini Ebû Kebşe'nin şi'râya tapmasına benzetip ona "Ebû Kebşe'nin oğlu" demişlerdir. Şi'râya hangi kabilelerin taptığıyla ilgili kesin bilgi yoksa da bu konuda Lahm, Kureyş, Huzâa, Kays Aylân, Gassân, Gatafân ve Himyer kabilelerinin adları geçmektedir. Ancak ağırlıklı görüş Huzâa'dan başkasının ona tapmadığı yönündedir (M. Tâhir İbn Âşûr, XXVII, 151). Câhiliye şiirinde şi'râya yer verilmesi bu yıldıza gösterilen saygının bir ifadesidir (bazı örnekler için bk. Kurtubî, XVII, 119; Horovitz, s. 119). Kur'ân-ı Kerîm'de karanın ve denizin karanlıklarında yön bulma gibi hususlarda yıldızların insanlar için bir işlev gördüğü (el-En'âm 6/97; en-Nahl 16/16), semanın burçlarla, yıldızlarla donatıldığı (el-Hicr 15/16; es-Sâffât 37/6), yıldızların Allah tarafından yaratılıp O'nun buyruğuna boyun eğen, kudretine şahitlik eden varlıklar olduğu (el-A'râf 7/54; en-Nahl 16/12) ve zamanı gelince ışıklarının söneceği (el-Mürselât 77/8; et-Tekvîr 81/2) belirtilmektedir. Dikkatleri çeken şi'râ da bunlardan farklı olmayıp, "Şi'rânın rabbi de yalnız O'dur" (en-Necm 53/49). Bu âyetin geçtiği Necm sûresinin başında, "Andolsun o yıldıza battığında" buyurularak yıldızın batmasına vurgu yapılmış, En'âm sûresinde (6/76) Hz. İbrâhim'in, Allah inancı konusunda kavmiyle tartışırken kendisini bir yıldıza tapıyormuş gibi gösterip onun batması üzerine, "Ben böyle batıp gidenleri sevmem" dediği bildirilmiştir. Böylece insanların bazı gök cisimlerine olağan üstü özellikler atfetmeleri veya tapmaları gibi yanlış yollara düşmemeleri, yıldızların da batıp kaybolduğunu görmeleri gerektiği hususu ifade edilmiştir.

Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA