İnşasına 950 Rebîülevvelinde (Haziran 1543) başlanmış, ilk olarak Şehzade Mehmed'in gömüldüğü türbe tamamlanmış, 1 Rebîülevvel 951'de (23 Mayıs 1544) temeli atılan cami 955 Recebinde (Ağustos 1548) ibadete açılmıştır. Bu süre zarfında medrese, imaret, sıbyan mektebiyle tabhâneler ve ahırdan müteşekkil kervansaraydan meydana gelen diğer binalar inşa edilmiştir. Eski Odalar diye adlandırılan yeniçeri kışlasından devşirilen yamuk planlı arazide bulunan külliyede cami ve hazîre Vezneciler caddesi üzerinde, diğer yapılar arka taraftaki dış avlu duvarına yerleştirilerek iki akslı bir düzen kurulmuştur. Bağımsız olan imaret ve sıbyan mektebi Dedeefendi caddesi üzerinde bulunmaktadır. Bazı malzemelerinin Forum Tauri'den getirildiği bilinen külliyenin inşasının tamamlanmasının ardından geçen yaklaşık iki yüzyıllık süreçte hânedan mensupları ile din ve devlet adamlarından bazı kişiler için yaptırılan türbe, sebil ve çeşmelerle bunları besleyen, Beyazıt su yollarına bağlı su terazisiyle külliye programı zenginleştirilmiştir. Dış avludaki yangın havuzu ile girişteki muvakkithâne ise XIX. yüzyılda inşa edilmiştir. 1613 ve 1633'teki yangınlarda zarar gören külliye binaları IV. Murad'ın emriyle tamir edilmiş, bu esnada şadırvan kubbesi yenilenmiştir. 1718 ve 1782'deki yangınlarda ise minare külâhlarına kadar bütün ahşap aksamının yandığı bilinmektedir. 1916 ve 1953'te bazı türbelerde ve camide yapılan kısmî onarımların ardından 1994-1999 yılları arasında külliye binaları kapsamlı bir restorasyon geçirmiştir.
Cami. Mimar Sinan, mimarbaşı unvanı ile inşa ettiği bu ilk selâtin camiinde eş büyüklüklerde tutulan harim ve avlu bölümlerini mutlak bir geometrinin hâkim olduğu simetrik plan şeması içinde değerlendirerek ele almıştır. Harim kısmında son derece dengeli olan planda dört yarım kubbe ile desteklenen merkezî kubbe dört büyük ayak üzerindeki sivri kemerlere oturmuştur. Kubbeye intikal pandantiflerle sağlanmış, yarım kubbelerde mukarnas dolgular kullanılmıştır. Mekânda oluşan köşelerde birer küçük kubbe ile üst örtü tamamlanmıştır. Sinan, ana akslara yerleştirdiği girişlerle daha ilk adımda kuvvetle hissettirdiği mekân bütünlüğünü, mahfil ve galeri gibi tâli unsurları küçültüp süslemeyi mâkul ölçülerde kullanarak daha da güçlendirmiştir. Bu yapıda kendine özgü piramidal örtü düzeninin ilk örneğini sunan Sinan, örtü sisteminin en önemli destek unsurları olan payandaları son derece akılcı bir çözümle revaklı galerilerin içine gizlemiştir. Böylece taşıyıcı unsur olmaktan çıkan duvarları çok sayıda pencere ile donatarak seleflerinin masif mimari denemelerinden çok daha yumuşak bir görünüm elde eden Sinan, Edirne Selimiye Camii'nde mükemmele ulaşan kubbe mimarisinin ilk nüvelerini ortaya koymuştur. Dengeli tasarımı ile Osmanlı mimarisinin en etkileyici örneklerinden biri olan avlunun ve klasik normların hazırlayıcısı olan minarelerin kütleye bütünlenişi de çok başarılıdır. Ancak plan ve konstrüksiyonda beliren yalınlığın cephelerde ve Evliya Çelebi'nin nakışlarından övgüyle bahsettiği minarede yerini plastik değer kazanan kabartma bezeme öğelerinde yansıyan hareketliliğe bırakmasını Mimar Sinan'ın "çıraklık dönemi" denemelerinin ürünü olarak değerlendirmek gerekir. Nitekim sonraki yıllarda yüzeysel etkiden ziyade mimari etkiyi ön plana çıkaran uygulamaları görülecektir. Bununla birlikte son restorasyonda ortaya çıkarılan, yapıldığı döneme özgü malakârî ve kalem işi süslemelerle en azından bir defa yenilendiği anlaşılan ahşap malzemelerin işçiliği klasik Osmanlı süsleme sanatlarının nâdide örnekleri arasındadır.
Medrese. İnşa kitâbesinden 953 (1546) yılında tamamlandığı anlaşılan, açık ve kapalı dershanelerin arasına yerleştirilmiş yirmi hücreli medrese, asimetrik plan kurgusuna rağmen klasik tipolojiye uygun olup tasarım ve süslemede cami ile paralellik kurulmuştur. Uzun süre kız yurdu vazifesi gören yapı son restorasyonun ardından lokanta olarak kiraya verilmiştir. Kervansaray. Erken dönem özellikleri gösteren yapı, ortadaki fenerli kubbe ile örtülü holü çevreleyen kubbeli dört bölümden oluşan simetrik iki tabhâne ve bunlara bitişik sekiz kubbeyle örtülen dikdörtgen planlı ahırdan meydana gelir. Uzun süre Vefa Lisesi'ne laboratuvar hizmeti veren yapı bugün boş ve bakımsız durumdadır. İmaret ve Sıbyan Mektebi. Müstakil avlu çevresine yerleştirilen altışar kubbeli matbah ve yemekhane bölümleriyle depolar ve helâlardan oluşan imaret uzun süre İstanbul Üniversitesi Matbaası'na ev sahipliği yapmıştır. İçinde Latince kitâbeli büyük bir lahdin devşirme olarak kullanıldığı bilinen bu yapı da günümüzde bakımsız haldedir. Kubbeli kare bir hacimden meydana gelen sıbyan mektebi matbaanın deposu olduğu dönemde önemli yapısal değişikliklere uğramıştır. Yapı bugün Siyasal Vakfı tarafından kullanılmaktadır.
Hazîre. Selâtin külliyelerinde görülen defin geleneklerine aykırı bir gelişim gösteren hazîrede altı türbenin yanı sıra çeşitli dönemlere ait çok sayıda mezar bulunmaktadır. Dilimli kasnak ve kubbesiyle, cephesindeki renkli taş işçiliği gibi detaylarla daha ziyade İran ve Orta Asya etkileri taşıyan Şehzade Mehmed Türbesi iç mekânı tamamıyla kaplayan çini süslemeleriyle bu etkiyi güçlendirmektedir. 962 (1555) yılında inşa edilen Rüstem Paşa Türbesi aynı özellikleri daha sade bir tasarım programında tekrarlar. Dedeefendi caddesi tarafındaki kare plan üzerine baldaken formlu türbe, 1586'da vefat eden Mehmed Bey için eşi Fatma Hanım Sultan tarafından yaptırılmış, 996'da (1588) vefatında kendisi de buraya gömülmüştür. Cami tarafındaki kapının önünde yer alan Bosnalı Damad İbrâhim Paşa Türbesi 1601'de vefatından sonra eşi Ayşe Sultan tarafından Sefer Çavuş'un nezâretinde Mimarbaşı Dalgıç Ahmed Çavuş'a yaptırılmış ve 1011 (1603) yılında tamamlanmıştır. Tasarım programını açıkça Şehzade Mehmed Türbesi'nden alan yapı iç mekânındaki çini süslemeleriyle ondan aşağı kalmaz. Bu iki türbenin arasında bulunan altıgen planlı türbe, III. Mehmed'in isyana teşebbüs edebileceği şüphesiyle idam ettirdiği şehzadesi Mahmud'a aittir. 1694'te vefat eden Gevher Sultan için yaptırıldığı sanılan, hazîre duvarı üzerindeki bozuk altıgen planlı tuğla türbe ile buradaki yapısal gelişim sona erer. Dış avlu ile cadde arasında kalan bölüm bir başka Ayşe Sultan'ın çocuklarının defniyle XVI. yüzyılın sonlarında gömü alanı haline gelmiştir. Daha sonra bu mezarlar dikdörtgen planlı bir türbe içine alınmış ve 1020'de (1611) babaları Destârî Mustafa Paşa'nın defnedilmesiyle onun adıyla anılmıştır. Nitekim bu inşa faaliyetinin, türbenin arkasındaki sofada gömülü olan Şeyhülislâm Bostanzâde Mehmed Efendi'nin 1598'de vefatından önce yapıldığı anlaşılmaktadır. Bunun yanında kapıcılar kâtibi Hüseyin Efendi'nin aynı mimari özelliklere sahip sofası yer almaktadır. Diğer kısımda çoğunluğu hânedan ve ricâl mensuplarına ait çok sayıda mezar bulunmaktadır.
Çeşme ve Sebiller. Külliyenin Saraçhane Kapısı dışındaki klasik üslûplu çeşme Ayşe Sultan tarafından Bosnalı İbrâhim Paşa için 1603'te yaptırılmıştır. Rüstem Paşa Türbesi'nin inşası esnasında türbenin ön kısmındaki duvara bitişik olarak yapılan, ancak 1916'da yıktırılan sebilden pencere ile iki yanındaki tekneler kalmıştır. Yekpâre mermerden küpü ise o sırada Topkapı Sarayı Müzesi'ne götürülmüştür. Hazîre duvarlarının Dedeefendi caddesi üzerinde 1093'te (1682) Safiye Hanım Sultan, Vezneciler caddesi üzerinde Gevher Sultan için yaptırılan pencereli sebiller yer almaktadır. Bunun yanında pencerenin iki tarafındaki 1135 (1723) tarihli selsebiller bundan bir yıl önce vefat eden Emine Hanım için yaptırılmıştır.
Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ