İkamet etmekte olduğu Şam'dan ticaret maksadıyla Şîraz'a giden Büzgaş, Kadı Şerefeddin Muhammed b. İshak el-Hasenî el-Hüseynî'nin kızıyla evlenip oraya yerleşti. Buna göre Necîbüddin Ali'nin anne tarafından soyu Hz. Peygamber'e dayanmaktadır. Eşinin hamileliği sırasında Hz. Ali'nin Büzgaş'a rüyasında sâlih ve necip bir oğlunun olacağını müjdelediği, onun da bu sebeple oğluna Ali adını verdiği, lakabını da Necîbüddin koyduğu kaydedilmektedir.
Kaynaklarda "şeyhü'ş-şüyûh", "hakikat ve mârifet kaynağı" gibi vasıfların yanı sıra âlim ve muhakkik gibi vasıflarla anılan Necîbüddin'in tekkesinde hadis dersleri vermesi iyi bir dinî eğitim aldığını göstermektedir. Hocaları hakkında yeterli bilgi bulunmamakta, sadece arkadaşı Şemseddin Safî'den bir süre fıkıh okuduğu, ayrıca müridlik döneminde şeyhi Şehâbeddin es-Sühreverdî'den kendi eserlerinin yanı sıra diğer bazı eserleri de okuduğu belirtilmektedir. Babasının zenginliğine ve geniş imkânlarına rağmen çocukluk ve gençlik yıllarını dervişler arasında geçirerek onlar gibi az yemeyi ve değersiz elbiseler giymeyi tercih eden Necîbüddin'in tarikata intisabı konusunda şöyle bir rivayet nakledilmektedir. Bir gece rüyasında Sühreverdiyye silsilesine mensup yedi şeyh ile ayrı ayrı musâfaha ettiğini, yedinci sıradaki şeyhle musâfaha ederken birinci sıradaki şeyhin ona, "Bu genç senin yanında Allah'ın emanetidir" dediğini görmüş, Şeyh İbrâhim adlı meczup bu rüyayı yorumlayarak mânevî eğitiminin yedinci şeyhe emanet edildiğini, bu zatı bulup tasavvufî eğitimini onun yanında tamamlaması gerektiğini kendisine bildirmiş, bunun üzerine Necîbüddin babasından izin alarak arkadaşı Şemseddin Safî ile birlikte Hicaz'a gitmiş, orada karşılaştığı Şehâbeddin es-Sühreverdî'nin rüyasında emanet edildiği şeyh olduğunu hatırlamış, Şehâbeddin es-Sühreverdî de gördüğü rüyanın ne anlama geldiğini açıklayarak onu ve arkadaşı Şemseddin Safî'yi müridliğe kabul etmiştir. Necîbüddin uzun yıllar Bağdat'ta şeyhin hizmetinde bulundu. Arkadaşıyla birlikte icâzet aldıktan sonra Şîraz'a döndü. Şehâbeddin es-Sühreverdî'nin onları Şîraz'a gönderirken her birine yirmişer külâh verdiği ve bunları isimleri yazılı kişilere giydirmelerini söylediği belirtilmektedir. Şeyhinden başta ʿAvârifü'l-maʿârif'i ve diğer kitapları olmak üzere birçok eser okuyan ve bunları okutma icâzeti alan Necîbüddin, Şîraz'da kurduğu tekkesinde irşad faaliyetini sürdürdü. 678 Şâbanında (Aralık 1279) vefat etti ve Şîraz'da tekkesinin bulunduğu yerde defnedildi. Mahmud Şah'ın kızı Melek Hatun tarafından kabri üzerine türbe, etrafına medrese ve imarethâne yaptırıldı. Vefatında Kadı Seyyid Müctebâ el-Osmânî'nin söylediği altı beyitlik mersiye Cüneyd-i Şîrâzî tarafından kaydedilmiştir (Şeddü'l-izâr, s. 337-338). Gulâm Server diğer müelliflerin aksine Necîbüddin'in kabrinin Bağdat'ta olduğunu kaydeder (Ḫazînetü'l-aṣfiyâʾ, II, 51).
Cüneyd-i Şîrâzî, Necîbüddin'in o dönemde Şehâbeddin es-Sühreverdî, Sadreddin Eşnehî, Sadreddin Rûzbihân b. Ahmed, Tâceddin el-Hür, Şehâbeddin Beyzâvî ve Asîlüddin Abdullah ile birlikte yedi abdaldan biri olarak kabul edildiğini söyler (Şeddü'l-izâr, s. 307-309). Oğlu Zahîrüddin Abdurrahman, Nûreddin Abdüssamed Netanzî, Saîdüddin Fergānî, Kutbüddîn-i Şîrâzî, Şehâbeddin Zerkûb Şîrâzî, Ahmed b. Kannad, Şeyh Ahmed b. Abdullah, Şeyh Fahreddin b. Şeyh Şerefeddin, Şeyh Bahâeddin Ebû Bekir b. Cemâleddin, Şeyh Hasan b. Abdullah, Seyyid İzzeddin Ahmed b. Ca'fer, Mevlânâ Nûreddin Abdülkādir gibi şahsiyetler onun müridleri arasında zikredilebilir. Evhadüddîn-i Belyânî, Tâceddin Düzlakī, Safiyyüddîn-i Erdebîlî gibi şeyhler, Muhibbüddin Ebû Mûsâ Ca'fer el-Mevsılî gibi âlimlerin yanı sıra dönemin yöneticileri de tekkesine gelerek kendisini ziyaret etmişlerdir. Moğol Emîri Engiyânû'nun ziyareti sırasında ona insanın hakikati, mülk ve melekût âlemleri gibi sorular yönelttiği, şeyhin bu sorulara tatmin edici cevaplar verdiği nakledilir (Vassâf, s. 112-113). Bu da onun zâhir ilimlerinde de yetkin bir kişiliğe sahip olduğunu göstermektedir. Ulaştığı bazı tasavvufî bilgilerin kaynağını merak edip araştırdığını, sonunda Yûsuf el-Hemedânî'nin rüyasında bu bilgilerin kendi kitabından bir bölüm olduğunu söyleyerek ilgili kitabın ve diğer bazı kitaplarının adını verdiğini söylemesi onun araştırmacı kişiliğine işaret etmektedir. Şeyh Necîbüddin, Şîraz Emîri Atabeg Ebû Bekir'in güven ve itibarını da kazanmıştı. Atabeg, bazı şathiyeleri sebebiyle ulemânın küfrüne fetva verip idam edilmesini istediği Cemâleddin Lûrî'nin dönemin bir başka itibarlı şahsiyeti Muînüddin ile Şeyh Necîbüddin'e de sorulmasını, onların da aynı görüşü belirttikleri takdirde idam edilmesini söylemiş, Şeyh Necîbüddin adı geçenin meczup olduğunu söyleyince idamdan vazgeçilmiştir.
Şeyh Necîbüddin'in ardından Sühreverdiyye tarikatında babasının adına nisbetle Büzgaşiyye diye anılan bir kol meydana gelmiş ve silsilesi oğlu Zahîrüddin Abdurrahman ve torunu Muînüddin Nasrullah ile devam etmiştir. Bu koldan hilâfet alan Murtazâ ez-Zebîdî kendisine kadar Büzgaşiyye silsilesinde yer alan şeyhlerin adını kaydetmiştir (ʿİḳd, s. 41-42). Necîbüddin'in halifelerinden Nûreddin Abdüssamed Netanzî ile devam eden silsileden Zeynüddin el-Hâfî (ö. 838/1435) tarafından kurulan Sühreverdiyye'nin Zeyniyye kolu doğmuştur. Bu kola mensup şeyhlerden Abdüllatîf Kudsî ve onun halifesi Şeyh Vefâ diye tanınan Muslihuddin Mustafa tarikat silsilesinde Şehâbeddin es-Sühreverdî'den sonra Şeyh Necîbüddin'i atlayıp Nûreddin Abdüssamed Netanzî'nin adını kaydetmişlerdir (Lâmiî, s. 551, 561). Ancak birçok kaynakta Necîbüddin'in adı da silsilede geçmektedir (Öngören, s. 12). Nûreddin Abdüssamed Netanzî ile devam eden bir başka silsileden ise Bedreddin el-Âdilî (ö. 970/1562) tarafından kurulan ve Âdiliyye (Bedriyye) adıyla bilinen kol meydana gelmiştir. Nûreddin Abdüssamed, Muhyiddin İbnü'l-Arabî mektebinin önemli temsilcilerinden Abdürrezzâk el-Kâşânî'nin de şeyhidir. Necîbüddin'in birçok risâle kaleme aldığı belirtilmekteyse de bunlar günümüze ulaşmamıştır.
Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ