Değişmek, yalnızca aynada daha ince görünmek ya da elbisenin içinde daha hafif hissetmekle olur mu? Veya böyle bir değişim ne kadar tatmin edici olur? Burada, belki daha ince görünmenin verdiği geçici bir mutluluktan söz edebiliriz. Ancak vücudun içerisinde bir şeyler dengede olmadığında, eninde sonunda sonuç yine hüsran olacaktır. Bu nedenle asıl amaç; değişimi bir bütün olarak ele almak, sorunu kökten çözmeye odaklanmak olmalıdır. Bunu vaat edebildiğinizde, danışanlarınıza gerçek bir çözüm üretmiş olursunuz! Uzun vadeli bir sağlıktan bahsediyorsak, hedefiniz sadece dış görünüşü değiştirmek olmamalıdır. Bütünsel sağlık söz konusu olduğunda, vücudu içeriden ve dışarıdan aynı anda beslemenin önemli olduğunu düşünüyorum. O halde, sadece bölgesel incelmeyi vaat eden bir sistem tek başına yeterli olmayacaktır. Metabolizma yaşı, vücudun toksisite profili, vitamin-mineral değerleri gibi daha pek çok önemli etken göz önünde bulundurulmalıdır. Dolayısıyla, vücut şekillendirme cihazları ile dışarıdan fayda sağlarken, içeriden destek sağlayacak çözümlerle sonuçların çok daha tatmin edici ve kalıcı olması sağlanmalıdır. İşte, ortomoleküler terapinin devreye girdiği yer burasıdır…
DOĞRU MOLEKÜLER DENGE
Ortomoleküler terapi, 1960'lı yıllarda ortaya atıldığından beri, özellikle alternatif tıp dünyasında sıklıkla başvurulan bir uygulama olmuştur. Hastalıkların, vücuttaki besin maddelerinin dengesizliklerinden kaynaklandığını savunur ve beslenmenin sağlık için önemini vurgular. Sabahları limonlu su içtiğimizde güne daha enerjik başlamamız gibi, ortomoleküler terapi de hastalıkları önlemek, daha zinde olmak ve genç kalmak için vücutta asit-alkali, vitamin, mineral ve hayati besin maddelerinin dengesinin gerekliliğinin altını çizer. Modern insanın beslenme şekli düşünüldüğünde, gerçekten de vücudun besin ihtiyaçlarını eksiksiz bir şekilde karşılamak imkansız hale geliyor. Hep bir şeylere yetişmeye çalışarak yaşıyoruz. Hayatımız, tarih boyunca hiç olmadığı kadar hızlı. Durum böyle olunca da en hızlı ve en pratik şekilde doyma ihtiyacımızı gidererek besleniyoruz. Bütün gün elimizde cep telefonları ile yaşıyoruz. Kablosuz cihazlar evimizi ve iş yerlerimizi sarmış durumda. Tüm bunlar, toksik maddelerin ve ağır metallerin vücudumuzda birikmesine neden oluyor. Bu da kronik hastalıklardan depresyona ve hatta kansere, pek çok hastalığa davetiye çıkarıyor. Çünkü, aslında kan damarlarında ve lenfatik sistemde biriken toksik maddeler sağlımızı ciddi anlamda olumsuz etkiliyor. Vücudun toksisite profili ile ilgilenen ortomoleküler terapi, iyi beslenmenin sağlığımız için önemini vurguluyor. Kelime anlamı olarak da 'doğru molekül' anlamını taşıyor ve vücutta hastalığa neden olabilen moleküler dengeyi sağlıyor.
METABOLİZMA YAŞINIZI ÖĞRENİN
BAZEN
kağıt üzerinde yaşınız 30 olabilir ama yapılan ölçümlerde metabolizma yaşınız 50 çıkabilir. İşte bu içeride bir şeylerin ters gittiğinin göstergesidir. Metabolizma yaşınız ne kadar genç olursa o kadar sağlıklı ve zinde olursunuz. Metabolizma yaşınızı öğrendiğinizde, vücudunuzun aldığı enerjiyi yakma konusunda ne kadar başarılı olduğunuzu da bilmiş olursunuz. Metabolizma yaşınız daha büyük çıktığında ise tehlike çanları çalmaya başladı demektir. İşe yaşam tarzınızı ve beslenme alışkanlıklarınızı gözden geçirerek başlayın. Hareketsiz bir yaşam sürüyor, şeker ve hazır gıda ağırlıklı besleniyor, su tüketmiyor, sigara ve alkol alıyorsanız metabolizma yaşınızın kronolojik yaşınızdan daha fazla çıkması kaçınılmazdır.
YAĞLARDAN KURTULABİLİRSİNİZ
Bu noktada bölgesel incelme ve vücut şekillendirme cihazları bir noktaya kadar dışarıdan fayda sağlayabilir. Ancak kökten çözüm istiyorsak, içeride olup bitenleri değiştirebilecek bir sistem uygulamamız gerekir. Bölgesel incelme protokollerimizde ortomoleküler terapiden yararlanmamızın nedeni budur. Bir türlü kurtulamadığınız inatçı yağlarınız varsa, "Su içsem yarıyor" ya da "Diyet yapıyorum ama metabolizmam yavaş olduğu için kilo veremiyorum" diyorsanız, cihazlar ile yağ hücrelerini azaltmayı hedeflerken, ortomoleküler terapi ile de içeriden destek sağlayan bir kombinasyon size yardımcı olabilir. Hatta metabolizma yaşınızı küçültmeyi hedeflediğimiz için yeniden yağlanmak için normalin üzerinde bir çaba sarf etmeniz gerekir.
VÜCUDU ALKALI TUTMAK
VÜCUTTA daha fazla toksin birikmesini ve vücudun asit oranının artmasını önlemek için yapabileceğiniz en iyi şeylerden biri alkali beslenmedir. Alkali beslenme; metabolizma yaşını gençleştirmek, hormon sistemlerini düzenlemek ve yaşlanma belirtilerini önlemek için son derece önemlidir. Ayrıca, yaşla birlikte vücudun asidite oranı arttığı için kan dolaşımınızda daha fazla toksik madde birikir. Dolayısıyla, vücudu alkali tutmak, yaşlanma etkileri ile mücadelede kullanabileceğiniz en güçlü silahlardan biridir. Ortomoleküler terapi ile vücudun moleküler dengesini sağlarken, sizin de vücudunuzu alkali tutarak süreci desteklemeniz gerekir. Alkali su içmek, günlük tüketilen su miktarını minimum 2.5-3 litre seviyesinde tutmak ve asidik gıdalardan mümkün olduğunca uzak durmak, hem daha iyi hissetmenize hem de daha genç ve sağlıklı görünmenize yardımcı olacaktır.
Uzman Estetisyen Neslim GÜNGEN