"İyi çocuklar yetiştirmenin yolu onları mutlu etmekten geçer." demiş, Oscar Wilde. Çocukları da insanları da mutlu etmenin sayısız kombinasyonu bulunuyordur elbette. Hüngür hüngür ağladığımızda, sevinçli bir anımızda ya da hasta olduğumuzda, en çok arzuladığımız şey değil midir? Sarılmak. Çünkü bizi rahatlatan, acımızı dindiren, hayatı yaşanası kılan yegane ve en külfetsiz şey sarılmak ve onlara dokunmaktır. Bugün, en temeline değineceğiz. Dokunmak ve dokunulmak… Nörolog Dr. Mehmet Yavuz dokunma açlığı ile ilgili detaylı açıklamalarda bulundu…
Sosyal bir varlık olan insan, dokunma ile öğrenir ve güven duygusunu geliştirir. İnsan dokunuşta büyür, sevgiyi dokunarak tanır. Bu nedenle bebekler yenidoğan ünitelerinde ebeveynlerinin çıplak göğsüne yerleştirilir. Doğduğumuz andan itibaren ihtiyacımız olan bu güdünün eksikliği fizyolojik ve psikolojik rahatsızlıklara sebep verebilir. Bakımın ve dokunma dürtüsünün en alt düzeyde olduğu yerlerden biri ile konuyu örneklendirecek olursak; yetimhaneler, hiçbir fiziksel rahatsızlığı olmayan, fakat sırf dokunulmaktan mahrum kaldığı için sevgi eksikliğinden ölüp giden bebeklerle dolu. Burada hayatına devam eden çocuklarda ise ilerleyen yıllarda zeka problemleri, içe kapanıklık, umursamazlık, ileri düzeyde dikkat eksikliği, kişilik değişimleri ve patolojik utangaçlıklara sıkça rastlanmaktadır. Rush Üniversitesinin yaptığı bir araştrmaya göre daha fazla dokunulan ve kucaklanan çocuklarda; motor becerilerin daha fazla geliştiği tespit edilmiştir. Yine Journal of Pediatrics'e göre sırtı okşanan çocukların artım krizlerinde ciddi azalmalar gözlenmiştir. İnsanlar yaşamlarını devam ettirebilmek için başkalarının varlığına ihtiyaç duyarlar ve bunun için karşı konulamaz bir istek geliştirirler. "Sarılmak neden güzeldir bilir misin? Çünkü sağ tarafta kalp yoktur ve orası hep boştur. Sarılınca sağ yanını o'nun kalbi doldurur. "diyerek, Aziz Nesin bu dizelerinde bilimsel bir olayı, edebi şekilde kaleme alarak konuyu özetlemiş. Dokunulmaya karşı oluşan bu dayanılmaz isteğin eksikliği ise dokunma açlığı olarak adlandırılır.
DOKUNMAK TANSİYONU DÜŞÜRÜR
Olumlu ve olumsuz mesajlarla yüklü olan dokunmak, vücutta büyük hazlara yol açar. Hazların oluşmasındaki kapıyı ise oksitosin hormonu açar. Dokunmak, oksitosin hormonunun oluşumunu tetikler. Bu hormon, ,insan vücudunda fizyolojik etkilere sahip olduğu gibi zihin sağlığı ve sosyal davranışlar üzerinde de önemli bir rol oynar. Rahatlama, güven, şefkat ve genel psikolojik kararlılık sağlayarak strese karşı dengeleyici bir görev üstlenir. Nitekim Kuzey Caroline Üniversitesince yapılan bir araştırmaya göre; Eşi tarafından kucaklanan kadınların tansiyonları düşmekte ve düzene girmektedir.
GÜVEN DUYGUSU GELİŞİR
Stres altındaki kişilerin kendilerine daha fazla dokunduklarına şahit olmuşsunuzdur. Boyunlarına, şakak kemiklerine ya da omuzlarına dokunarak kendilerini rahatlatmaya çalışırlar. Nitekim başı okşanan çocuklarda hemen bir güven duygusunun geliştiğine hepimiz şahit olmuşuzdur. Aynı şekilde el sıkışmak, stres düzeyini düşürdüğü gibi, beyinde acı ve ağrı ile alakalı merkezleri etkileyerek gerçek anlamda daha iyi hissetmemizi sağlıyor. Bunun nedeni dokunarak stres hormonu olan kortizol'un düşürülmeye çalışılmasıdır. Dokunmak vagus sinirine mesaj gönderir. Bu da kan basıncını ve kalp atışını düşürerek sakinleşmemize yardımcı olur. Belki de birçok kez farkında olmadan yaptığımız dokunuşların vücudumuza bu denli etkileri var… Yaşadığımız süreçle beraber kendimizi temastan uzak tutmak birçok olumsuzluğu beraberinde getirdi. Yeni ilişkiler kurma fırsatını kaybederken, mevcut olanları da zayıflatmamıza neden oldu. Bozulan sosyal ilişkiler yoluyla kendimizden de kopuyoruz. Dokunmak, sarılmak, şefkatle öpmek bizi daha iyi bir insan yapar. Bu nedenle iyi bir dünya çok uzağınızda değil, bir kucak ötenizde…
DOKUNMAK YASAKLI DÖNEMİNDEN GEÇİYOR
Gün içerisinde insanlarla ne sıklıkla temas halinde olduğunuzu hiç düşündünüz mü? Selamlaşmak için el sıkışırız, sevdiğimiz insanlara sarılıp onları öperiz, başarısını kutlamak istediğimiz birinin sırtını sıvazlarız. O kadar çok örneği var ki… Yaşadığımız küresel salgın ile birlikte tüm bu alışkanlıklarımızı ortadan kaldırmak zorunda kaldık. Sosyal mesafe kuralları insanların birbirinden fiziksel anlamda uzaklaşmasına sebebiyet verdi. Bu durum sinir sistemimizi etkileyip, stres seviyemizi yükseltiyor. Korkunç bir yoksunluk duygusu…
FİZİKSEL AÇLIK GİBİDİR
İnsan dokunuşu bağışıklığımız için büyük bir önem taşır. Çünkü vücuttaki kortizol seviyelerini düşürmeye yardımcı olur. Kortizol seviyeleri yüksek olduğunda bağışıklık sistemimiz zayıflar. Dokunmanın açlığını yaşamak, tıpkı fiziksel açlık yaşamak gibidir. Kişide strese ve gerginliğe neden olurken yoğun bir zayıflık duygusuna yol açar. Ne kadar süreceği belirsiz bu salgınla birlikte, dokunma ve dokunulma ihtiyacımız git gide artıyor. Zamanla bu eksikliğin olumsuz etkilerini görmemiz mümkün…
EGZERSİZ YAPMALISINIZ
Karantina sürecini tek başınıza geçiriyor olabilir veya her hangi bir tehlikeyi önlemek için sevdiklerinizden uzakta kalmayı tercih ediyor olabilirsiniz. Bu dönem yaşayacağınız dokunma açlığı stres, zayıflık duygusu, gerginlik, anksiyete, depresyon gibi durumları ortaya çıkarabilir. Bu durumda kendiniz için yapabileceğiniz en iyi şey olabildiğince çok egzersiz yapmaktır. Kendinize dokunmayı ihmal etmeyin. Sadece bir odanın içinde yürümek bile ayaklarınızdaki basınç reseptörlerini uyarır. Kendinizi sakinleştirmek ve iyi hissetmek adına kafa derinize masaj yapabilir veya nemlendirici kreminizi yüzünüzü ovalayarak sürebilirsiniz. Diğer taraftan şu kış günlerinde giyilen kazaklar ve yünlü kıyafetler, bedenimizi gereğinden fazla enerjiyle yüklemektedir. Bu nedenle en azından birkaç gün de bir çıplak ayakla toprakta gezinmek eğer bu mümkün olmuyorsa çıplak elle saksılardaki toprağa dokunarak fazla elektrik yükünü boşaltmak da önemlidir.