HEDEFE YÖNELİK TEDAVİLER VE AKILLI MOLEKÜLLER
Kemoterapi artık pek çok kanser türünde tek tedavi seçeneği olmaktan çıkarken, eskiden kemoterapiye cevap vermeyen melanom, böbrek kanseri ve nadir görülen bağırsak sarkomu gibi tümörlerde bugün akıllı moleküller sayesinde hastalık yıllarca kontrol altında tutulabiliyor. Öte yandan; tümör hücrelerini yok ederken sağlam hücrelere de zarar veren, bu nedenle saç dökülmesi, ağız yaraları, bulantı, kusma gibi ciddi yan etkilere yol açan kemoterapinin de bugün yan etkilerini çok azaltan etkin yöntemler ve destek ilaçlar var. Buz şapkası yöntemi ile saç dökülmesi sorunu da engellenebiliyor. Hedefli tedaviler ise kemoterapiden farklı olarak sadece kanser hücrelerine saldıran ve onları yok eden ilaçlar olduğundan, kanser hücrelerindeki genetik bozuklukları hedef alıyor. Prof. Dr. Gökhan Demir hedefe yönelik tedavilerin, tedavi yaklaşımını değiştirdiği bir diğer kanser türünün ise akciğer kanserleri olduğunu belirtiyor. Günümüzde akciğer kanserlerinde ışık mikroskopisi ile yapılan tanının hemen ardından EGFR, ALK, ROS denilen genlerdeki bozukluklar araştırılıyor. Eğer böyle bir genetik bozukluk saptanırsa bu hastalara kemoterapi verilmeden başlanan akıllı moleküllerle 2 yılın üstünde hastalık kontrolü elde edilebiliyor. Bugün hedefli tedavilerde kullanılan ikinci üçüncü kuşak moleküller tümörün tedaviye direnç geliştiği durumlarda bile yüzde 30-40 oranında yanıt elde edebiliyor.
SİHİRLİ MERMİLER
Vücudun bağışıklık sistemi tarafından üretilen bazı moleküllerin kanserli hücrelerde bulunan bazı hedeflere karşı üretilmesi onkolojide son yıllarda elde edilen bir diğer önemli adım. 'Sihirli mermiler' diye adlandırılan bu biyolojik tedavi ajanları bugün lenf bezi kanserlerinde, meme kanserlerinde, kalın bağırsak kanserlerinde ve baş ile boyun kanserlerinde etkin olarak kullanılıyor. Bu sihirli mermiler klasik tedavilere eklendiğinde, kemoterapi veya radyoterapinin etkisini yüzde 30-50 oranında artırıyor.
İMMÜNOTERAPİ
Vücudun kendi bağışıklık hücrelerinin kanser tedavisinde kullanılabilmesi yani immünoterapi, onkolojik tedavilerde son yıllarda atılan en büyük adım olarak nitelendiriliyor. Vücudun temel koruyucu hücreleri olan bağışıklık hücreleri yıllardır kanser tedavisinde etkin değildi. Bağışıklık hücreleri kanser hücresini yabancı düşman hücre gibi görüp mücadele etmiyordu. Kanser tedavilerinin bağışıklık sistemini baskılayıcı etkisi de birleşince kanserle savaşta bağışıklık sistemi tamamen devre dışı kalıyordu. Ancak son yıllarda özellikle ölümcül bir cilt kanseri olan melanomda yapılan öncü çalışmalar kanserli hücrenin nasıl bağışıklık sistemini kandırdığını, kendisini sakladığını tıp dünyasına öğretti. Bu bilgiler ışığında üretilen yeni moleküller bağışıklık hücrelerinin kanserle savaşta etkin olarak kullanılabilmesini sağladı. Üretilen yeni kuşak immünoterapi ilaçlarıyla melanom, akciğer kanseri, böbrek ve mesane kanseri, baş boyun kanserleri, mide ile bağırsak kanserlerinde önemli başarılar sağlanıyor. Bugün özellikle melanom ve akciğer kanserlerinin bazı türlerinde kemoterapi tedavisini hiç kullanmadan sadece bağışıklık sistemi uyarıcı immünoterapi yöntemiyle ileri evre hastalıkta bile tam şifa sağlanabiliyor. İmmünoterapi tedavisiyle ilgili bugün başta meme kanseri, yumurtalık kanserleri, beyin kanserleri olmak üzere hemen hemen tüm kanser türlerinde araştırmalar sürüyor. Yakın gelecekte immünoterapi tüm kanser türlerinde tedavinin bir parçası olmaya aday olarak gösteriliyor.
LİKİD BİYOPSİ
Bugün en büyük gelişmelerin yaşandığı alanlardan biri de, kanserin tanı ve takibinde geliştirilen yeni moleküler yöntemler. Bugüne kadar kanserin tanısı, tümörün radyolojik olarak gösterilmesi ve alınan biyopsilerle tanı konulması ilkesine dayanıyordu. Ancak son yıllarda kanserli hücreden salgılanan genetik materyalin kandan izole edilmesi ve bu materyalin moleküler ile genetik özelliklerinin tanımlanmasını sağlayan likid biyopsi tekniği onkolojinin geleceğinde çığır açmaya yönelik bir teknik olarak gösteriliyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Demir bu teknikle kanserin gelecekte radyolojik olarak gösterilemeyecek kadar küçükken bile teşhis edilebileceğini söylüyor. Kanser tedavisindeki en önemli zorluklardan birini tümör heterojenitesi denen kavramın oluşturduğunu belirten Prof. Dr. Gökhan Demir "Bu, süreç içinde kanserli dokuda gelişen genetik moleküler değişiklikler sonucu kanserin uygulanan tedavilere direnç kazanmasını tanımlamak için kullanılan bir kavram. Klinik onkologlar aylar ya da yıllar önce alınan biyopsi materyalinin özelliklerine göre tedavi düzenlemeye çalışırken, karşısındaki düşman genetik ve moleküler yapısını çoktan değiştirmiş oluyordu. Hastadan tekrarlanan biyopsilerin güçlüğü hesaba katılırsa hastanın kanından elde edilen tümörlü hücrenin genetik materyalinde zaman içinde gelişen değişikliklerin takibi ve tedavilerin bu özelliklere göre düzenlenmesi onkolojideki atılan dev adımlardan bir diğerini oluşturuyor" diyor.