Yara iyileştirmeden, kırışıklık gidermeye kadar her yerde etkili olduğu iddia edilen Aloe Vera konusunda yapılan bilimsel araştırmalarda, yara iyileştirici etkisi konusunda kesin bir sonuca ulaşılamadı. Başta üst solunum yolları, bir çok enfeksiyonda yararlı olduğu düşüncesiyle kullanılan Ekinezya, soğuk algınlığı vakalarında, plasebo ( etkisiz ) haplarla aynı etkiyi gösterdi. Bu ve bunun gibi araştırmalar bitkisel ilaçlar konusunda şüpheye düşmenize neden olmuyor mu? Televizyonlarda gördüğümüz mucize bitkileri ya da her gün çıkan yeni bir bitki ilacını (sarmısak hapı, enginar hapı gibi) kullanıp fayda göremeyen çok kişi var çevremizde. Bir yandan da bitkilerle tedavi binlerce yıllık geçmişi olan bir alan. Hemen öyle yararsızdır deyip, yabana atmak mümkün mü? Bu tedaviler modern tıbbın neresinde duruyor? Uzmanlara sorduk.
Modern Tıp, hastanın vazgeçilmezidir. Hastalığın tedavisi de ancak bir tıp doktorunun kontrolünde yürütülmek zorundadır. Modern tıbbın tedavilerine yardımcı ve destekleyici olarak, özellikle kronik hastalıklarda, bitkiler kullanılabilir. Ancak, bitkilerin bu gücünü, doktor veya ilaç tedavisinin yerini alır şeklinde yorumlamak yanlıştır. Bitkiler hastanın kullandığı ilaçların yerine kullanılabilir veya her derde devadır tezini savunmak da yanlıştır. Kullanılan bu bitkiler ya doğal halleriyle veya da içeriğindeki etkin maddeleri zenginleştirilmiş standardize edilmiş ve ruhsatlı olarak satılmaktadır. Birçok bitki ise herhangi bir izin belgesi ve ruhsat almadan satılmakta ve uzman olmayan kişiler tarafından da önerilmektedir. Eğer, bitkisel bir kapsül veya gıda takviyesi adı altında bir ürün kullanılacak ise izin belgesinin veya ruhsatının üzerinde yazılı olup olmadığına bakılmalıdır. Bu kapsüllerin mucize ilaç gibi sunulması da yanlıştır. Hasta olan kişi böyle bir kapsülü veya herhangi bir bitkiyi kullanacak ise, doktoruna danışmalıdır. Ne var ki, bazı doktorlar 5 bin yıllık geçmişi ve deneyimi olan doğal bitkisel tedavi yöntemlerini çer-çöp veya koca-karı ilaçları şeklinde değerlendirmekte ve kullanan hastalarını da azarlamaktadırlar. Azarlanma endişesi içerisinde olan hasta, doktorunu bilgilendirememektedir. Doktorlar da bu konuda ülkemizde eksik olan bitkisel tedavi konusunda üniversite eğitimlerini almaları faydalı olacaktır.
Prof. İsmet Dökmeci ise deterjanların zararlarına dikkat çekiyor. Çamaşırda, bulaşıkta, vücut ve çevre temizliğinde yaygın olarak kullanılan kimyasallar üzerinde, uzun uzun düşünmemiz gerektiğini anlatan Dökmeci, deterjanların çevreye olan zararına da dikkat çekiyor. Bulaşık ve çamaşır makinalarında kullanılan deterjanların durulamada arındırılıp arındılamamasının deterjanın ve makinanın kapasitesine bağlı olabileceğini söyleyen Dökmeci, bu konuda yapılmış bilimsel bir çalışmaya rastlamadığını ifade ediyor. Kendi görüşünü ise "Kalıntı kalmamasına imkan yok" şeklinde belirtiyor. Prof. Dökmeci bulaşık makinasından çıkarılan bulaşıkların yeniden durulanmasının faydalı olabileceğini ifade ediyor. Deterjanın kullanım yerleri ile temas sonucu vücudumuza giren miktarın, yapacağı zarar yönünden önemli olduğunu söyleyen Dökmeci, "A.B.D'de bir günde insan vücuduna giren deterjan yüzey-aktif maddesinin ençok 0.3-3 mg arasında olduğu belirtilmesine karşın ülkemizde bazı yörelerde yapılan çalışmalar içme sularında dahi çok yüksek miktarlarda deterjan bulunduğunu ortaya koymuştur. Her ne kadar vücudumuza giren günlük deterjan miktarı bilinmese de, bunun çok yüksek düzeyde olması güçlü bir olasılık" diyor.
Öncelikle "organik tarım" ya da "organik ürünler" insanların hayalindeki gibi doğal yetişmiş yani eskilerin tabiriyle "hüda-i nabit" doğal ürünler değildir. Başka bir anlatımla, organik ürünler hiç kimyasal kullanılmayan, doğanın bağrında kendiliğinden büyüyen ve toprağı alın teriyle sulayan çiftçi kardeşlerimiz tarafından sizlere ulaştırılan ürünler değildir. Her ne kadar, çoğu sentetik gübre ve pestisit kullanılmaz ise de bir kısmı organik (hayvan dışkısı gibi) ama bir kısmı da organik olmayan gübreler, bunlara ilaveten bitkisel kökenli toksik maddeler (Rotenone) ve bakır oksit ile bakır sülfat gibi organik olmayan kimyasallar kullanılır, hem de yoğun biçimde. Bunlar üretim süresince tarlada kullanılanlar. "Başka neler var?" diye sorarsanız yediğimiz organik gıdaların içinde; onun için de yine Tarım Bakanlığı'nın Organik Tarım internet sitesindeki Organik Tarım Yönetmeliğine bakmanızı öneririm: E200, E220, E250, E296, E330 gibi her duyduğunuzda tüyleriniz diken diken eden katkı maddelerinin organik gıdalarda kullanılması serbesttir. Kimyasal gübre yerine hayvan gübresi (dışkısı) ve diğer organik atıkların kullanılması bir avantaj gibi görünse de hayvan gübrelerinin E. coli gibi bakteriyel bulaşıklıkların kaynağı olması önemli sağlık risklerini beraberinde getirmektedir. Hatırlarsanız Mayıs 2011'de Almanya'da ortaya çıkan EHEC (Enterohemorajik Eschericia coli) salgınında 50 den fazla insan ölmüş, 4000 kadarı da hasta olmuştu. Hastalığın kaynağının Hamburg'un güneyindeki bir organik ürün çiftliğinde yetiştirilen çemen tohumu filizleri olduğu saptanmıştı. Ancak her ne hikmetse sorunun asıl kaynağı olan organik üretim süreçleri tartışmaya açılmadı.
Sağlık, zindelik, yenilenme verdiği söylenen detoks kimine göre bir mucize kimine göre ise bir dolandırıcılık çeşidi. Detoksun vücuttan toksinleri attığı ve yenilenme sağladığı söyleniyor. Ancak diğer yandan ayaklarda veya vücudun başka bir yerinde toksinlerin atılımının uyarıldığına dair hiçbir bilimsel kanıt yok. Ayrıca ciddi bir şekilde protein sınırlaması ve açlık gerektiren detoks diyetlerinin vücudun dengesini bozabileceğine, kolon temizlemenin ölüme bile yol açabileceği söyleniyor.