Ramazan her ne kadar dünya zamanıyla 'bir ay' olarak tabir edilse de; bilenler, duyanlar ve hissedenler için zamandan, mekandan azade bir ruh iklimi, bir içe dönüş mevsimi. Bize verilen oruç halatıyla, iç alemimizde derin tahkikatlar yapma imkanı veriyor Ramazan. Köşe-bucak, kıyı-köşe bir manevi temizliğin kapısını aralıyor. Nefs denen vahşi atı evcilleştirmek her ne kadar zor olsa, bu murada erenlerin sayısı az olsa da, en azından dizginlerini elimize alma imkanı sunuyor.
"Nefsinizi susturun, ruhunuzla temasa geçin" diye fısıldıyor bize. Peki, bu manevi iklimi nasıl değerlendirmeli, ondan en yüksek düzeyde nasıl istifade edilmeli. Ramazan'ı nasıl değerlendirmemiz gerektiğini, orucun katmanlı anlam dünyasını ve İslam dünyasını birleştirecek ortak değerleri Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu'yla, nam-ı diğer Türkiye'nin "Nihat Hocası"yla konuştuk.
- Ramazan nasıl bir ruhani ve manevi iklim getiriyor bize hocam? Ne fısıldıyor kulağımıza?
- Ramazan biliyorsunuz, Kuran-ı Kerim'in indiği ay ve içinde 83 yıllık ibadete denk olan Kadir Gecesi'ni barındırıyor.
"Kadir" bir yönüyle de "dar mekan" anlamına geliyor. O kadar melek yeryüzüne iniyor ki, yeryüzü daralıyor insanlara. Manası bu... Bir de kadir, kıymet bilmek manası da var. Böyle bir ay, böyle bir ruh iklimi Ramazan.
Bu nedenle rahmeti, bereketi ve affıyla gelen bir ay. Ümitsizlere ümit kapısını açan, yeis içindekilere ferahlama vesilesi olan, manevi yönden çıkmaza girenlere "henüz kapı kapanmadı" dedirten bir ay. Koca bir yıl içinde, kişinin maddi, manevi olarak bakımdan geçmesini sağlıyor Ramazan.
- Bir nevi insanı, yaradılışının getirdiği öze, -gündelik ifadeyle- fabrika ayarlarına döndürme maksadı da taşıyor diyebilir miyiz?
- Tabii ki. Bu ayda insanın kendini her zamankinden daha çok kontrol etmesi, kıyasıya eleştirmesi, kibirden, enaniyetten uzak bir duygu ile, "Ben neredeyim, ne yaptım bugüne kadar, yarın ne yapacağım" diye düşünmesi gerekiyor. Bizler hesaplamadan, bilmeden dünyaya geldik, dünyayı kucağımızda bulduk. Giderken hesabımızı yapıp gitmemiz lazım. Gelirken edilgendik ama giderken etkin olmalıyız.
Bütün bunlar Ramazan'ı güçlü bir atmosfer içinde, manevi bir hava ile karşılamamız gerektiğini ve ondan olabildiğince istifade etmemiz lazım geldiğini gösteriyor.
- Ne güzel söylediniz, "Kendimizi sorgulamamız gerek" derken. Ne yazık ki bazı kötü değerler de evrenselleşiyor.
Günümüzde, insanlar kendi içlerine bakmak, kendi hatalarıyla yüzleşmek yerine, sürekli başkalarında hata ve kusur arar oldu...
- Çağımızın hastalığı biliyorsunuz haset. Çekememezlik, başkasının varlığına, hayat tarzına, gençliğine, gücüne, kudretine, mevkiine göz dikme hastalığı var. Bu çağımızın en büyük kalp hastalığıdır. İnsan değerlerini kaybettikçe çekememezlik, tahammülsüzlük ve hazımsızlık duyguları keskin hale gelebiliyor. İman yitikliği en büyük yitikliktir.
İman, teslimiyet ve öteki alemi düşünmek söz konusu olmayınca çok hunharca, kayıtsızca saldırabiliyor insan karşısındakine. Kıskançlık kontrollü olursa normaldir. Ama bu sağlam bir vicdana, daha iyi bir insan olmaya karşı duyulmalıdır. Hasedi, çekememezliği şöyle yorumlamış ve sınıflandırmış alimler: "Başkasında olan bende de olsun." Bu normal olan. "Başkalarında olan yok olsun, bende olsun". Bu zehirli ve ters bir anlayış. Bir de "Başkasında hiç olmasın, hep bende olsun" var ki bu en sivri noktası. İnsanlarımızda bunların hepsinden var maalesef. Bir de ifade ettiğiniz gibi başkalarının hatalarını arama ve ayağı sürçtüğünde mutlu olma hastalığı var. Oysa başarılı bir insanın ayağı sürçtüğünde, insanlık aleminin ayağı sürçüyor. Onun sana bir faydası yok. Hepimizin ortak değerleri var. Müslüman'ın da, Yahudi'nin de, Hıristiyan'ın da, ateistin de, deistin de dedesi Hz. Adem. Bizler Adem ve Havva'nın yaramaz çocuklarıyız, birbirimize ters düştük. Genel düşünmüyor, toptancı bir anlayışla dünyayı tahrip ediyoruz. Kutsal kitabımız diyor ki, "İnsanlar kendilerini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez." Biz kendimizi değiştirmek zorundayız ki Allah da bizi değiştirsin.
ORUCUN ÜÇ KADEMESİ
- Demek ki, Allah bize bir irade gücü veriyor hocam. "Önce siz değişin, ben yardım ederim" diyor. Oruç da bu yardımlardan, bizi özümüze döndürecek değişimin pratiklerinden biri diyebilir miyiz?
- Tabii ki. Oruç ruh terbiyesini sağlayan en önemli ibadetlerden biri.
Namaz, zekat, hac, zikir, Kuran, tesbihat...
Hepsi nefsi temizlemek için sunulan ibadetler. Oruç bunların içinde en mühimlerinden. İmam Gazali orucu üç kademeli olarak anlatıyor. Birincisi avamın orucu. İkincisi havasın orucu.
Üçüncüsü havasül havasın orucu.
Birincisi halkın orucu, yani bizimki.
Aç ve susuz kalmak. Havas, yani özellerin orucu kalple, dille, gözle de tutulan oruç. Üçüncüsü, en üst düzey olan 'özellerin özellerinin' orucu ise dünyevi ve uhrevi tatlardan uzaklaşıp Allah'ın kudretinde erimek, kaybolmaktır.
Fani olmaktır... Biz birinci kademedeyiz.
Bizimki halkın orucu.
- Estağfurullah hocam, bizimki öyledir...
- Yok yok! Hepimiz ortağız eksiklikte.
Hz. Peygamber, (sav) "Oruçlu olduğu halde küfreden, ağır söz söyleyen aç kalmaktan vazgeçsin, onun orucundan bir hazzı yoktur" diyor: "O ancak aç, susuz kalmıştır." Bu nedenle organlarla da oruç tutmak gerekiyor. Ve orucu bir imtihan, nefsi temizleme, başkasını anlama vesilesi kılmak gerekiyor.
- Organlarla oruç tutmak kavramanın iç katmanlarını açalım mı hocam?
- Mesela gözünüzle haince bakmayacaksınız.
Haramı görebilirsiniz, ama haramı takip etmeyeceksiniz. Peygamberimiz, Hz. Ali'ye buyuruyor: "İlk bakışın senindir, sonraki bakışlar senin değildir." Bu bir terbiye etme usulü.
Harama, başkasının iffetine, namusuna, hayat tarzına, mahremine göz koymayacağız.
İçki içen bir adamın evinin duvarına tırmanıp, onu gözleyen bir adam Hz. Ömer'e gelip, "Falanca sabaha kadar içki içti" diyor. "Sen nereden biliyorsun" diyor Hz.
Ömer. "Duvarına tırmanıp, eve baktım" diyor adam.
Hz. Ömer, "Sen izin almadan onun duvarına tırmandın, mahremini gözetledin.
O içki içiyordu ama senin işlediğin günah onunkinden daha şiddetlidir" diyor.
Demek ki gözlere hakim olmak gerekiyor. Ellerin orucu ise haram kazanmamaktır.
Elinle harama dokunmayacaksın.
Alışverişin haram olmayacak. Elinle zulmetmeyeceksin, elinle yanlış bir şey yazmayacaksın.
İftira atmayacaksın. Bu sosyal medyada çok yapılıyor bugün. İftira atmak çok kolaylaştı. Haberi yayan, yayıldıkça mutlu oluyor.
Oysa o da, yalan haberi yayan da büyük vebal altında.
Çok büyük bir kul hakkıdır bu. Kalbin orucu için ise, "sadece maddi değil manevi hazları bile kendinden uzak tutmaktır" demiş alimler.
Manevi hazlardan bile uzak durup, bunu oruca katmak epey yüksek bir nokta olmalı hocam...
- Üst düzey bir oruç bu... Şafi mezhebinin bazı alimleri, yeşilliğe, tabiata bakıp zevk alan oruçlunun orucunun manen sakatlandığını söylerler. "Sadece maddi zevkleri değil, oruçluyken gözün zevkini bile sınırlandırın" derler. Ki gözün, kalbin ancak cennetin zevkleriyle zevklensin.
Bunlar söylediğiniz gibi çok üst seviyeler. İslam dışında, hiçbir dinin, hiçbir felsefenin ulaşamayacağı merhaleler. Sadece söylenmiş değil yaşanmış olan bir anlayışı ifade ediyor. Bizim Adbülkadir Geylani'mizde, Mevlana'mızda, Şah-ı Nakşibendi'mizde ve diğer büyük ulemamızda bulunan cevherler. Bu nedenle Batılılar, Mevlana ve benzerlerini tanıdığında bütün duvarları yıkılıyor. İç alemleri birdenbire dönüyor. Kimisi İslam'dan kopuk bir yere koyuyor kolaylarına geldiği için ama arayan yine buluyor.
Mevlana'nın Mesnevisi bir Kuran-ı Kerim tefsiridir zaten.
- Mevlana, "Ben Hz.
Muhammed'in (sav) ayağının tozuyum, Kuran'ın bendesiyim" diyor zaten Mesnevisi'nde...
- Evyallah. Bu değerler, bizim için haz alınacak şeylerdir. Çok güçlü referanslarımız, çok şerefli bir ulema var elimizde. Bu büyük zatları da okuyup, ibadetlerimizi bu değerlerle harmanlayıp Ramazan'ı böyle geçirmek lazım.
"PEYGAMBERİMİZİ ANLAMADAN İSLAM'I ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR"
- Son dönemde daha çok Vahhabi anlayışın, maneviyat zarafeti ve inceliğinden yoksun, İslam'ı sadece hukuk kuralları bütününe indirgeyen, sert bir bakış açısı pompalanıyor İslam ülkelerine. Bu konuda İslam'ı en zarif haliyle yaşamış ve yaşayan Anadolu topraklarının derinliğini ortaya çıkarmak gerekmiyor mu? - Söyledikleriniz doğru. Peygamberi anlamadan bu olanları, İslam'ı anlamak mümkün değildir. Yani radikal hareketlerin, İslam'ın özünü kesinlikle kavrayamadığını, kabuğunun içine giremediğini, çok sığ, çok basit bir anlayışın ötesine geçemediğini görmek mümkündür. Bunun yolu da Kuran ve Peygamber'i (sav) birlikte zikretmekle olur. Adam Kuran-ı Kerim'in bir ayetini alıyor. O ayeti anlamadan bağlamından koparıp dünyayı yıkıyor. Herkese savaş ilan edebiliyor. Ama o ayet niye indi, Peygamber (sav) nasıl yorumladı, hangi şartlar içinde indi, bütün bunları doğru kavrarsak eğer huzura ereriz. Peygamber Efendimiz'in (sav) bir ara şakaklarına bir anda ak düşüyor. Hz. Ebubekir diyor ki, "Bir şey mi oldu, bir üzüntün mü var bilmediğimiz?". "Hayır, Hud Suresi'ndeki şu ayet beni yaşlandırdı" diyor Efendimiz: "Emrolunduğun gibi dosdoğru hareket et." Ahlakı anlatan bir ayet. Ağır bir ayet... Doğruluk, namazdan, oruçtan, zekattan, hacdan daha az kıymetli değil. Doğruluk her şeyin başı. Kuran'ı ve Peygamberimizi anlamanın başı. Peygamber merkezli bir İslam'ı tanımaya ve tanıtmaya çalışırsak, rayından çıkmış, saptırıcı ve sapkın olan hareketlere karşı İslam'ı koruyabiliriz.
BİR ÜMMET BİRLİKTE TÖVBE EDİYOR
İstanbul'da yaşıyorum. İstanbul'da özellikle akşamüstü, iftar vakitlerinde trafik allak bullak oluyor. Özellikle Kadir Gecesi'nde... Birileri için bu çok kötü bir şey. Ama ben bundan müthiş bir zevk alıyorum. Diyorum ki, "Bu trafik, bir ümmetin birlikte tövbe etme görüntüsütüd." İçinde içkicisi vardır, kumarbazı vardır, soyguncusu vardır ama herkes Allah'ın ve Peygamber'in farkındadır, herkes Peygamber dergahına sığınıyordur. Böyle bakmak lazım. Bir de başkalarını tepeden, nefret ve kibir gözüyle değil, kendimizden daha çok cennete layık kimseler olarak görmek gerekir. Kimsenin günahının çetelesini tutmak bizim işimiz değildir.