Avrupa'da Macron öncülüğünde İslam Düşmanı sayılabilecek bir dizi düzenleme hayata geçiriliyor. Üstelik sadece Macron değil, Avusturya Başbakanı Kurz ve Şansölye Merkel de Avrupa çapında bir "Siyasal İslamla mücadele planına" geçildiğini açıkladılar. Kurz, göçmen kökenlileri ülkelerinden Koronavirüsünü getirip yaymakla suçlayarak Avrupa'nın güvenlikten sağlığa her türlü sorunun kaynağı olarak Müslümanlara işaret etti. Eskiden Yahudilere yapıldığı gibi şimdi de Müslümanlar Avrupa'nın siyasi, ekonomik ve güvenlik sorunları için günah keçisi olarak gösteriliyor.
Müslüman nefreti ve ayrımcılıklar Avrupa'da "Siyasal İslam'a karşı mücadele adı altında yasal ve kabul edilebilir bir çerçeveye taşınıyor. Avusturya "Siyasal İslam"'ı suç olarak tanımlarken bu yeni "marka suç"'un Müslümanları tasfiye ve ötekileştirme için kullanılacak bir İsviçre çakısı işlevi göreceği anlaşılıyor. Zira bu kavramın ne anlama geldiği çok tartışmalı. Ancak siyasal İslamla mücadele adı altında hayata geçirilen yasaklara bakılırsa sıradan Müslümanların gündelik yaşam pratikleri ve köken ülke ile kimlik bağlarının hedef alındığı anlaşılıyor. Zira Fransa'da 2004'ten beri geçerli olan başörtüsü yasaklarının yanı 76 camide radikallikle mücadele kapsamında incelemeye alındı. Macron'un göreve gelmesinden bu yana kapatılan 43 camiye onlarcasının daha eklenmesi bekleniyor. Bunun yanı sıra Macron ilk kez Müslümanları teröristlerle bir tutarcasına "bölücülükle" suçlayarak onları "Cumhuriyet değerlerine sadakat anlaşması" imzalamaya zorluyor. Anlaşmayı imzalamaları için Müslüman derneklere 2 hafta süre veren Macron "Bu sözleşmeyi imzalayanlar olacak, onlarla işbirliği yapacağız, imzalamayanlar da olacaktır. Kim Cumhuriyetin yanında kim karşısında anlayacağız." diyerek adeta kendi toplumunu bölüyor. İlginç olansa Müslümanların Fransa'da ne silahlı ne de silahsız hiçbir ayrılık ve bölücülük talebinde bulunmamaları. Macron sadece kendi toplumunu bölmekle de kalmıyor Müslüman dünya ile Avrupa'yı kurmaca bir kültür savaşıyla karşı karşıya getirmeye çalışıyor.
Bu yasaklara terör saldırıları neden olarak gösterilse de "Siyasal İslam" tanımının DEAŞ veya el-Kaide gibi terör örgütlerinden ziyade yasal daire içinde varlık gösteren Müslümanları hedef aldığı görülüyor.
Avrupa neden "Müslüman sorununa" ihtiyaç duydu?
Avrupa siyasi olarak aşırı sağ ve aşırı sol; ekonomik olaraksa Covid-19 salgını ve sonuçlarıyla boğuşurken neden yeni bir "Müslüman sorununa" ihtiyaç duyuyor? Zira bu sorunun gerçeklerden ziyade bir kurguya ve algıya dayandığı çok açık.
Avrupalı siyasetçiler, sistemi kökten sorgulayan aşırı sağ hareketleri değil; Covid-19 önlemlerine karşı devleti kendilerinin özgürlük haklarını sınırlandırmakla suçlayan isyancı grupları değil; on yıllardır barış içinde yaşayan Müslüman cemaatleri tehdit olarak görüyor. Anlaşılan o ki hızlıca büyük bir çatışma iklimine doğru giriyoruz. Ancak bu çatışma bir yanıyla İslam'ı reforme etme çabası güden bir kültür veya değerler çatışmasından çok daha da ötesini ifade ettiği açık. Zira Avrupa değerleri diye bir bütün yok. Avrupa'da 68 kuşağı sonrası hakim olan haz ve sınırsız özgürlüğü merkeze alan bir yapı ve bunun karşısında bir yanı Hristiyan kültürüne; diğer yanı da aydınlanmacı akla dayalı; geleneksel Avrupa kimliğini benimseyen grupların ortaya koyduğu bir yapı var. Kürtaj, eşcinsellik ve kadın papazlar gibi konulara itirazlar da Müslümanlardan çok önce bu cenahlardan geliyor. Ancak günümüz Avrupa'sının bilinçaltı Hristiyan olsa da günümüzdeki İslam düşmanı reflekslerinin tanrıyı merkezden kovmuş pagan bir medeniyetin tepkileri olduğu iyi anlaşılmalı.
Batı'nın Müslüman sorununa ihtiyacı pek çok nedenden kaynaklanıyor. Avrupa'nın sömürge kaynakları azalıyor; Çin , Hindistan ve Rusya karşısında her alanda güç kaybediyorlar. AB'nin sahadaki kolu gibi hareket etmeye çalışan Fransa Libya'da, Suriye'de ve Azerbaycan'da yenildi. ABD'nin açtığı siyasi güç boşluğunu doldurma çabasına giren Avrupa, Rusya ve Türkiye karşısında güçsüz kaldı. Üstelik Ortadoğu'da Batı'nın sözde demokrasi götürmek gayesiyle giriştiği işgaller terör üretti ve bu dalga Avrupa'ya kadar ulaştı. Avrupa eski refaha ve lükse sahip değil. Büyüyen ekonomik dengesizlikler işsizlik ve Covid-19 salgını ile birlikte insanlar sadece ekonomik refahın değil liberal düzenin kendilerine vadetiği özgürlük ve sosyal eşitliğin boş vaatler olduğunu gördüler. Avrupalı siyasiler içerideki bu öfkeyi Müslümanlara kanalize ederek bir yandan hedef şaşırtıyor diğer yandan da dış siyasetteki askeri atılımları "Müslüman ülkeler krizde diyerek" İslam düşmanlığı ile meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu noktada Müslüman ülkelere "demokrasi" ithal etme iddiasıyla işgal eden ABD'nin yerini Müslümanlara "yeni bir din ve kimlik" dayatan Avrupa alıyor.
Kurumsallaşan İslam düşmanlığı
Avrupa ciddi bir sistem kriziyle karşı karşıya. Buna Avrupalı bireylerin bireysel ekonomik ve kimlik krizleri de eşlik ediyor. Dahası yıllardır başka ülkelerin başında Demokles'in kılıcı gibi sallana demokrasi ve özgürlük değerleri Müslüman azınlıklar karşısında kötü bir sınav veriyor. Avrupa en büyük Avrupalı değer ve hak olan mültecilik hakkını göstermelik kabuller dışında de facto rafa kaldırdı. Sırada din ve ifade özgürlüğünün yer alacağı görülüyor. Zira Avrupa hakim düzeni Müslümanlardan daha iyi bir eğitim, daha iyi bir dil ve iş performansı değil kültürel bir uyum sergilemesini bekliyor.
Avrupa'da gözlemlenen ekonomik ve sosyal nedenlerden kaynaklı şiddet ve radikalleşme eğilimleri söz konusu Müslümanlar olunca doğrudan dine ve kültürle açıklanmaya çalışılıyor. Oysa bu terör eylemlerinin faillerinin biyografileri dini profilden çok savrulmuş ve toplumda tutunamamış hayat hikayelerine işaret ediyor.
Avrupa'da son dönemde gözlemlenen Müslümanlara yönelik öfke ve ayrımcılık yeni değil ancak şu an bir "kurumsallaşma" evresine girmiş durumda. Bunun için öncelikle Avrupalı Müslümanlar tarafından kurulan ve köken ülkeyle bağı bulunan eski kurumlar tasfiye edilerek yerlerine yenileri ikame edilecek. Uzun süredir meşruiyeti kendinden menkul cemaatsiz gay veya kadın imamlı sözde camiler türemiş durumda. Diğer yandan İslam düşmanlığı ve Türk düşmanlığı ile Türkiye gibi Libya ve Doğu Akdeniz'de Avrupa ile çıkar çatışması yaşayan ülkeler köşeye sıkıştırılmaya ve şeytanlaştırılmaya çalışılıyor. Avrupa'da İslam düşmanlığı giderek bir dış politika konusu haline gelmiş olduğu ve jeopolitik siyasi çıkarların bazı "değer" ve "kültür" savaşlarıyla örtbas edilmeye çalışıldığı iyi anlaşılmalıdır.