Aralık ayında Çin'in Wuhan kentinde patlak veren ve tüm dünyayı etkisi altına alan Koronavirüs (COVID-19) salgınının hemen öncesinde ABD ve Çin arasında süregelen rekabette çözüm bekleyen sorun alanları vardı. Ticaret savaşları, Güney Çin Denizi'ndeki ihtilaflar, Tayvan ve Hong Kong meseleleri, Uygur meselesine yönelik tartışmalar, Kuşak ve Yol Girişimi neticesinde Çin'in ekonomi-politik nüfuz alanlarını genişletmesi ve 5G teknolojisinin gelişimiyle birlikte Huawei'nin tartışmalı uluslararası konumu ilk akla gelen sorun alanları.
Şimdi de COVID-19 salgını çerçevesinde ABD-Çin rekabeti yeni bir boyut kazanmış oldu. Mevcut salgın nedeniyle diğer sorunların üstü örtülmüş durumda. Gündemi ve sağlığımızı işgal eden COVID-19'la birlikte ABD-Çin arasında iş birliği sinyalleri görünmüyor. Aksine, itham edici söylemler ve komplo teorileri arasında sıkışıp kalmış bir büyük güç rekabetine şahitlik ediyoruz.
COVID-19, bugünlerde öncelikle temel bir sağlık sorunu olarak değerlendirilse de muhtemel siyasi ve ekonomik etkilerinin olacağı aşikar. Mevcut durumda bile COVID-19, küresel üretimdeki yavaşlama ile birlikte 2008 küresel finansal krizinin ardından küresel ekonominin karşı karşıya geldiği en büyük tehdit olarak görülüyor. Ve bugünlerde Avrupa'yı kasıp kavuran salgının uzunca bir müddet daha süreceği de konuşuluyor.
Çin, Asya'nın hasta adamıydı, şimdi durum değişti (mi)?
Salgın, Aralık ortasından bu yana Çin'den dünyanın geri kalanına yayılırken, aslında farklı ülkelerin mücadele biçimleri, tepkileri veya tepkisizlikleri ile ilgili de bir test oldu. Çin almış olduğu sert tedbirler, geniş çaplı karantina uygulamaları ile birlikte Mart ayı ortasında salgına karşı zafer ilan etti. Bununla birlikte Çin, tecrübeli sağlık ekipleri ve tıbbi malzeme desteğiyle henüz salgınla boğuşan ülkelere yardım sağlıyor ve her gün bir propaganda savaşının bir parçası olarak "salgına karşı Çin'in zaferi" söylemini her fırsatta dünyaya pazarlama arayışında. Tabii ki, salgının merkez üssünün Çin olması sebebiyle ilk tepkilerin ve ilk mücadelenin bu ülke tarafından verilmesi doğal. Ancak bu durum yine de Çin'in uzunca bir süre salgınla ilgili gerçek verileri sümen altı ettiği, salgını dünyaya açıklama girişiminde bulunan doktorları ve gazetecileri gözaltına aldığı gerçeklerini değiştirmiyor. İşte bu nedenle, Çin'in salgın ile açıklamış olduğu veriler, vaka sayıları, ölüm sayıları uzunca bir süre tartışılacak gibi görünüyor.
Batı dünyası derin uykuda
Uzunca bir süredir "derin uyku" ve "beyin ölümü" benzetmeleri ile tartışılan Batı dünyası ve kurumları Çin'in ardından bu salgınla yeni yeni yüzleşiyor. Avrupa'da İtalya ve İspanya salgınla mücadelede oldukça zorlanırken ABD'de de vaka sayıları artış gösteriyor. Sağlık sistemi altyapısının yetersizliği, yeterli sayıda test kitinin olmayışı, toplu etkinliklerin ve seyahat kısıtlaması tedbirlerinin oldukça geç uygulanmaya başlanması salgının ciddiyetiyle ilgili bir değerlendirme hatasına düşüldüğünü gösteriyor. Ayrıca özellikle AB içinde ülkelerin kendi içine kapanarak neredeyse yardımlaşmaması, İtalya'nın yardım taleplerine cevap verememesi de AB'nin içinde bulunduğu krizin vahim boyutlarını gözler önüne seriyor.
İş birliği yok, karşılıklı itham var
Son günlerde özellikle ABD ve Çin arasında karşılıklı itham yarışının hız kazandığına şahitlik ediyoruz. Bu durumun aslında büyük güç rekabetinin ideolojik yansımalarını gösterdiği de unutulmamalı. Çin tarafından, bu virüsün ABD askerleri tarafından askeri olimpiyatlar esnasında Çin'e getirildiği iddia ediliyor. Bunun karşılığında Trump ve Pompeo başta olmak üzere ABD yönetimi tarafından "Çin virüsü", "Wuhan virüsü" gibi tanımlamalar kamuoyuna açık konuşmalarda paylaşılıyor. Hatta, Pompeo 30 Ocak'ta yaptığı bir konuşmasında 11 Eylül sonrası dönemde en büyük tehdidin Çin Komünist Partisi olduğunu ifade ediyor. Ayrıca bir süredir, ABD ve Çin'in karşılıklı olarak ülkelerinde bulunan medya mensuplarına sınırlama getirdikleri de açıklanıyor.
Bütün bu parçalar aslında, ABD ve Çin arasında süregelen büyük güç rekabetinin ideolojik yanını da gösteriyor. Çin, ABD ve Batı dünyasının içinde bulunduğu kaostan faydalanarak oluşan boşluğu doldurmak amacında ve salgın nedeniyle bozulan küresel imajını tamir etme arayışında. Bu nedenle söylem savaşında önde olmak istiyor. Ancak Çin her ne kadar bir zafer söylemi inşa etmeye çalışsa da salgını ve verileri uzunca bir süre saklamasıyla güvenilirliği oldukça zarar gördü. Bunun yanına hem kendisinde hem de küresel ekonomide yol açılan zararları da eklemek gerekir.
Sonuç olarak ABD-Çin ilişkilerinin geleceği, aşı-tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi ve ekonomik etkilerin bertaraf edilmesinde öncü olan tarafın avantajlı duruma geçeceği öngörülebilir. Bununla beraber, ideolojik mücadeleyle birlikte yoğun bir propaganda mekanizmasının her iki taraf için de işleyeceğini belirtmek gerekir.