Savunma Bakanlığı 15 Nisan 2021 Çarşamba günü yaptığı açıklamada, Kuzey Irak'taki Gedu (Başika) Askeri Üssü'nü hedef alan füze saldırısında bir Türk askerinin şehit olduğunu duyurdu. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin (IKBY) terörle mücadele dairesinden yapılan resmi açıklamaya göre ise Başika Üssü'ne yapılan füze saldırısı, Kuzey Irak'ta ABD askerlerinin yerleştirildiği Erbil Uluslararası Havalimanı'na başka bir füze saldırısıyla aynı zamanda gerçekleşti. İran ile bağlantılı yeni "gölge" milislerden Haşdi Şabi'ye bağlı "Kan Tugayı Muhafızları" (Saraya Evliya el-Dam) adlı silahlı bir grup, Erbil saldırısını üstlenmesine rağmen henüz hiçbir taraf Başika Üssü'ne yapılan saldırının sorumluluğunu üstlenmedi.
Her ne kadar henüz netleşmese de Başika'ya yönelik saldırının failleri ile ilgili üç varsayımdan bahsedilebilir. Bu noktada öncelikli şüpheli terör örgütü PKK iken İran bağlantılı Şii milislerin de saldırının arkasında olabileceği değerlendirilmektedir. Öte yandan son bir ihtimal ise saldırının her iki tarafın iş birliği ve koordinasyonuyla gerçekleşmiş olabileceğidir. Hangi terör örgütü ya da grup tarafından yapılmış olursa olsun saldırı Türkiye'nin bölgedeki politikalarında ne kadar haklı olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.
Nitekim Türkiye'nin Kuzey Irak'taki terör yapılanmalarını ulusal güvenliğine tehdit olarak görüp temizleme kararlığını göstermesi ve PKK'nın Kandil, Sincar ve Mahmur'da yoğunlaşan terör faaliyetleri Ankara'nın bu bölgedeki operasyonlarını artırmasına, hatta kalıcı bazı unsurları devreye sokmasına neden olmuştur. Bu politikasıyla Türkiye sadece kendi ulusal güvenliğini korumakla kalmamakta aynı zamanda Irak'ın da toprak bütünlüğüne yönelebilecek PKK tehdidinin de bertaraf edilmesine katkıda bulunmaktadır. Türkiye'nin bu politikaları ve Irak'ın güvenliği konusunda endişelerini dile getirmesi PKK'nın Başika Üssü'ne ve Kuzey Irak'taki Türk askeri bölgelerine saldırılarının da artmasına neden olmaktadır.
Öte yandan İran'a bağlı Iraklı Şii milislerin de giderek daha büyük tehdit haline geldikleri görülmektedir. Bu milis yapıların kendi kararlarına sahip bağımsız gruplar olarak görülmemesi gerekmektedir. Bunlar organik yapılanmaları itibarıyla İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücünün Irak şubeleri olarak değerlendirilmelidir. Devrim Muhafızları subayları bu milisleri İran'ın bölgesel çıkarlarına hizmet edecek zaman ve mekanda pozisyonlarına göre yönlendirerek hareket ettirmektedir. Burada şu iki önemli soru gündeme gelebilir.
Birincisi bu saldırıların neden Başika'daki Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) konuşlanmasına ve Erbil'deki tesislere aynı anda yapılmıştır? Geçtiğimiz Şubat'ta da Erbil'deki tesislere bir füze saldırısı yapılmış ve o saldırı sırasında da TSK'nın Başika'daki üssü yakınına bir uyarı füzesi düşmüştür. Bu saldırılar İran'la bağlantılı Şii milisler tarafından sosyal medyada yapılan açıklamalarla üstlenilmiştir. Dolayısıyla buradaki saldırıların sistematik ve bir hedef doğrultusunda yapıldığı söylenebilir. Bu hedef de Türkiye'nin o bölgedeki askeri aktivizminin sonlandırılması talebidir. Ayrıca IKBY'ye de bir mesaj verilmek istenmektedir. Sincar'ı PKK terör örgütünün silahlı unsurlarından temizlemek için olası askeri operasyon planlayan IKBY'yi bu kararından caydırmak da saldırıların hedeflerinden birisidir. Dolayısıyla saldırılar iki hedefe senkronize biçimde yapılmasıyla hem Türkiye hem de IKBY'ye eş zamanlı uyarı mesajı gönderilmesi hedeflenmektedir.
İkinci bir husus ise İran'ın milislerini Kuzey Irak'taki Türk askeri sahalarına saldırıları düzenlemeye neden teşvik ettiği konusudur. Bunun da son dönemdeki bazı gelişmelerle ilişkilendirilmesi yerinde olacaktır. Birkaç gün önce Musul'daki Türk konsolosluk binasının tamamlanması ve Türk konsolosluk hizmetlerinin yakın bir zamanda başlayacağının duyurulması bölgede ciddi anlamda ses getirmiştir. İran ve bağlantılı milisler, Türkiye'nin Musul'daki aktivizminden rahatsız olmakta ve bunu farklı şekillerde göstermeyi istemektedir. İran, Irak'ta herhangi bir Arap devletinin veya bölgesel bir gücün nüfuzunu artırmasını istememekte ve bu nedenle agresif tutumundan geri adım atmamaktadır.
İran'ın Türkiye'nin son dönemdeki faaliyetleri konusundaki rahatsızlıklarına bir yenisi de Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ zaferi ile eklenmiştir. Nitekim Türkiye'nin desteği ile gerçekleşen bu kazanım, İran'daki Azerilerin milli duygularıın artırma potansiyeli barındırmakta ve dolayısıyla Tahran yönetiminde rahatsızlık yaratmaktadır.
Son olarak İran'ı şüphelendiren bir başka konu da Yemen'deki krizin çözümü sürecinde Türkiye ile Suudi Arabistan'ın olası bir iş birliğidir. Her ne kadar bu konuda Ankara ve Riyad arasında kesin bir konsensüs bulunmasa da İran yıllardır büyük "yatırımlar" yaptığı Yemen'de Husilerin geri adım atmasını istememektedir. Aksine İran, Suudi Arabistan ve BAE'nin etkinliğinin azaldığı bölgelerde Husilerin daha da güçlenmesini hedeflemektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde İran'ın Türkiye'nin bölgede artan nüfuzu karşısında doğrudan ya da dolaylı mesajlar vermeye çalıştığı söylenebilir.
Bütün bunların yanında saldırıların sadece İran'a bağlı Şii milisler tarafından yapıldığını söylemek eksik bir anlatı olacaktır. Bölgede benzer hedefleri olan PKK terör örgütü ile İranlı Şii milisler son dönemde iş birliği ve koordinasyonu en üst düzeye çıkarmıştır. Ekim 2017'de Şii milislerin Irak ordusuyla Kerkük'ün kontrolünü ele geçirmesinde ilişkiler biraz gerilmiş olmasına rağmen, izleyen süreçte yaşanan gelişmeler, DEAŞ'ın gerilemesi ve Türkiye'nin bölgedeki kararlı adımları, PKK ve İran'a bağlı Şii milisleri yeniden aynı çıkarlar etrafında hareket etmeye itmiştir.
Öyle ki İran destekli Şii milislerin, PKK ile Sincar'da petrol, uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığı ile her türlü yasa dışı ticaret için uluslararası bir ağ oluşturduğu artık gizlenemeyen bir durumdur. PKK'nın son zamanlarda İran'a bağlı Irak milisleri aracılığıyla (Kornet tanksavar füzeleri, gece dürbünleri ve drone gibi gelişmiş silahların dahil olduğu) para ve silah aldığı ve bu silah ve paraların Sincar'daki PKK'ya ve müttefiki Yezidi milislerine ulaştırıldığı ile ilgili birçok bilgi medyaya sızdırılmıştır. Bu sızıntılarda son günlerde İran'a bağlı Iraklı Şii milislerin liderleri ile PKK üyeleri arasında yapılan kapsamlı görüşmelerin varlığından da bahsedilmektedir.
Sonuç olarak Türkiye toprak bütünlüğüne ve güvenliğine yönelecek tehditlerle mücadelesini kararlı biçimde sürdürmekte ve bu konuda Irak'ın kuzeyinde her türlü adımı atmaya devam etmektedir. Türkiye'nin bu politikaları Irak'ın da toprak bütünlüğü ve IKBY bölgesinin güvenliği açısından da büyük önem taşımaktadır. İran destekli Şii milisler ve PKK iş birliği uzun vadeli olabilecek bir altyapıya sahip olmadığı gibi Türkiye ile İran ilişkilerine zarar verme potansiyelini de barındırmaktadır.