Emperyalizm yüzyıllardır aynı oyunu oynuyor. Küçük etnik grupların, kabilelerin ve toplulukların milliyetçi hislerini köpürtüyor ve onların milliyetçilik tutkularından faydalanarak etrafındaki gruplar ve mensubu oldukları siyasi yapılarla yabancılaşmalarına neden oluyor. Bu yabancılaşma düşmanlığa dönüşüyor ve en nihayetince isyan ve çatışma ile neticeleniyor. Bu çatışma kendi maşaları olarak kullandıkları grupların lehine sonuçlanırsa kendilerine müzahir zayıf ve çevresiyle sorunlu uydu devletçikler kuruyor. Emperyalistler bu devletçikleri kendi bölgesel siyasi hedefleri ve iktisadi menfaatleri doğrultusunda araçsallaştırıyor ve sömürmeye devam ediyorlar. Bu isyancı gruplar başarısız olurlarsa da kendilerine karşı olan siyasi yapılarda ağır hasar meydana getiriyor ve bu hasar kendileri açısından istismar edilebilecek son derece işlevsel düşmanlıklar ortaya koyuyor. Bu hasar neticesinde ortaya çıkan düşmanlıklar ve güvensizlik hisleri ise istedikleri zaman bu bölgelere dolaylı yollardan müdahale edebilecekleri bir çerçeve oluşturuyor. ABD ve bazı Avrupalı devletler PYD/YPG'ye destek verip Türkiye'yi bu örgütle karşı getirerek kendi kafalarındaki Türk-Kürt çatışmasını körüklüyor. Bu çabanın muradı ise kendilerine müzahir bir terör devletine meşruiyet zemini oluşturmaktır. Kürt milliyetçiliği duygusu ise bütün bu fırtınanın yakıtı olarak kullanılmaktadır.
ABD öncelikle PYD/YPG'ye, DEAŞ ile mücadele ve DEAŞ'a karşı zafer söylemi üzerinden ortak bir mit üretilmesini sağladı. DEAŞ militanları ABD istihbaratı denetimindeki otobüslerle Rakka'dan ayrılarak işlevsel olabilecekleri bir sonraki duraklarına doğru yola çıkartıldılar. Rakka'nın DEAŞ'tan arındırılması ise PYD'nin zaferi olarak lanse edilerek PYD'liler için ulusal zaferler üzerinden mitler inşa ettiler. YPG'nin kadın savaşçıları vurgusu ise bu mitlerin oluşmasında önemli bir vitrin görevi gördü.
Suriye iç savaşının seyri incelendiğinde DEAŞ'ın ağırlıklı olarak muhalif aktörlerle savaşıp onlardan toprak kazandığı, daha sonra da bu toprakları YPG'lilere teslim ettiği tespitinde bulunmak zor olmayacaktır. Bunu en net DEAŞ ve daha sonrasında da YPG'lilerin baskıları sonucu evlerinden yurtların sürülen ve birçoğu Türkiye'ye sığınan yerel Arap, Türkmen ve PYD karşıtı Kürtler tecrübe ettiler. Ancak kimse savaşın seyrini ve PYD zulmünü onların ağzından dinlemeye tenezzül etmedi çünkü bu Batı kamuoyunda inşa edilmiş parlak SDG hikayesine gölge düşürebilirdi. Sonuç itibarıyla DEAŞ, YPG'liler açısından meşruiyet kazanmak ve ortak ulusal bilinç oluşturulması açısından son derece "faydalı" ve işlevsel bir rol oynadı. Bu görüntünün PR'ı ise Batı medyası ve kuruluşlarında yapılarak bu terör örgütüne meşruiyet zemini oluşturuldu.
Batılı aktörlerin PYD/YPG örgütlerini destekleme açısından en fazla ön plana çıkardıkları nokta bu örgütün DEAŞ'a karşı mücadelede kendi müttefikleri olduğu ve kendi yanlarında durduğu vurgusudur. Bu gerekçe ile bu örgütün kendi nüfusunun çok ötesinde bir toprağı kontrol etmesi ve kontrol ettiği bölgelerde etnik temizlik ve nüfuz mühendisliği yapmasına göz yumulmuştur. Örgütün ihlal ettiği insan hakları birçok ihsan hakları kuruluşunda yer almış olmasında rağmen, hiçbir olumsuz karşılık bulmamış ve örgüte ABD tarafından on binlerce tır silah ve mühimmat akmaya devam etmiştir.
PYD/YPG'nin DEAŞ ile mücadele konusunda tek seçenek olarak öne çıkması bir zorunluluk değil Pentagon/ABD Merkezi Kuvvetler Komutanlığının (CENTCOM) tercihi idi. Bu tercihin yapılmış olmasında özellikle CENTCOM'un Türkiye'ye karşı düşmanlığı da rol oynamıştır. Bu düşmanlık ABD'yi terör örgütünü destekleyen bir pozisyona getirdiği gibi Türk-Amerikan ilişkilerini de esir almıştır. Sonuç itibarıyla Pentagonun tercihleri bölgedeki yerel aktörler arasındaki gerilimleri de daha keskin hale getirmiştir.
Türkiye, ABD'nin sözünde durup sorumluluğunu yerine getirmemesi ve terör örgütüne verdiği silahları geri almamasından dolayı Barış Pınarı Harekatı'nı yapmak zorunda kalmıştır. Bu operasyonu yapma kararını tek taraflı almamak için yaklaşık bir yıl boyunca ABD ile ortak çalışma imkanları gözetilmiştir. Ankara'nın koordinasyon çabaları Washington tarafından bir oyalama taktiğine dönüştüğü netleşince Türkiye öncelikli olarak arzu etmese de tek taraflı olarak harekete geçmek mecburiyetinde kalmıştır.
ABD, Türkiye'yi tehdit etmek yerine kendi yaratmış olduğu enkazı temizlemek zorundadır. PKK/PYD'ye vermiş olduğu silahları toplamak ve NATO müttefiki Türkiye'ye karşı olan bu organizasyonu demobilize etmek ABD'nin birinci derece sorumluluğudur. Bu hem müttefiklik ilişkisi hem de sorumlu devlet anlayışının göz ardı edilemez bir sonucudur. Emperyalizmin oyununa gelmemek ise bölgedeki yerel halkların sorumluluğudur. Tüm aktörler toz duman yatıştığında ve dış aktörler evlerine döndüklerinde birbirleri ile göz göze gelecekleri ve birlikte var olmaya devam edeceklerinin bilincinde olmalıdır. Dış aktörlerin desteği değil bu bilinç ve ortak gelecek hissi sürdürülebilir bölgesel barışın temelini oluşturacaktır.