7 Haziran seçimi, Gezi olayları ile ivme kazanan ve patlama noktasına gelen Türkiye'deki toplumsal gerilimin bir ölçüde hafiflemesine neden oldu. Seçim günü sosyal medyada seçim güvenliği ve diktatörlük iddiaları tartışılıyordu. Ancak seçim sonucunda AK Parti'nin tek başına iktidar ol(a)mayacağı anlaşılınca bu iddialar bir anda buharlaştı.
Türkiye'de demokratik sistemin meşruiyeti ve seçimlere inancın tekrar artmış olması kazanım olarak görülebilir. Ancak bütün bu süreçte kimlik siyaseti, siyasetin dilini belirleyen parametre olarak daha belirgin hale geldi. Merkez partiler sayılabilecek AK Parti ve CHP bir ölçüde zayıflarken, Türk ve Kürt milliyetçisi partiler desteğini artırdı. Farklı kimlik gruplarının ortak platformlarının gittikçe daralması ve birbirleri ile kesişim kümelerinin son derece sınırlı hale gelmesi ülkede siyasal ve toplumsal kutuplaşmayı artırıyor. Bu durum ayrıca siyasetin rasyonel ve müzakere edilebilir zeminden kaymasına da neden olmakta. Kimlik siyasetinin Türk siyasetini bu denli kutuplaştırmış olması, olası koalisyon seçeneklerinin müzakere zeminini de zayıflatmakta.
ETNİK GERİLİMLER
AK Parti Kürt oylarını gerek Doğu ve Güneydoğu'da gerekse batıdaki büyük şehirlerde önemli ölçüde kaybetti. Artık AK Parti'yi en büyük Kürt partisi olarak niteleyemeyeceğimiz gibi demokratik ortamda yükselen Kürt milliyetçiliğini ve Kürtlerin AK Parti ile yaşamış oldukları kopuşu da bu yeni dönemde iyi analiz etmemiz gerekiyor. Üç yıldır yaşanmakta olan çözüm süreci Türkiye'deki toplumsal bağları tahkim etmek yerine Kürt milliyetçiliğine açılan yeni alan olarak yorumlandı. PKK ve KCK, Kürtler için açılan bu tarihi momenti iyi değerlendirip hedeflerine Türkiye sınırları içinde cephe açmadan ulaşmaya yöneldiler. Bu strateji Kürt milliyetçileri açısından yanlış hesap gibi görünmüyor; fakat çözüm sürecinin bu şekilde yorumlanmış olması sürecin mantığı ile taban tabana çelişmekte.
Seçimden sonra özellikle AK Parti'ye destek veren muhafazakar ve dindar kesimlerde yeni bir hissiyat oluşması da dikkat çekicidir. Bu yeni ortaya çıkan hissiyat muhafazakar ve dindar Türklerin, Kürtlerden duygusal kopuşunun öncül adımları olarak yorumlanabilir. Cumhuriyet tarihinin önemli bir kısmında kimlikleri ret, inkar ve asimilasyona uğrayan Kürtlerin yaşamış oldukları mağduriyetlerine dair empati ve ortak kaderdaşlık ve duygudaşlık hisleri hızla çözülmeye başladı. Seküler milliyetçiliğin Türk formuna on yıllarca direnen dindar muhafazakar Türklerin, bu milliyetçiliğin Kürt yorumuna da sıcak bakmasını beklemek oldukça güç.
HDP'nin batı şehirlerinde kullandığı katılımcı söylemin aksine, Kürt siyasal hareketinin daha hakim göründüğü doğu ve güneydoğu illerinde siyasal farklılıklara müsamaha göstermediği bir sır değil. Kürt milliyetçiliğinin yükselişine tepki olarak Türk milliyetçiliği ve MHP'nin yükselişi de kayda değer diğer bir eğilim olarak ortaya çıktı. Bu eğilimin önümüzdeki dönemde de devam ettiğini görmek sürpriz olmayacaktır. Suriye'de ve Irak'ta yaşanan otorite boşluğu ve iç savaşlarda ortaya çıkan etnik ve mezhepsel gerilimlerin Türkiye'yi de olumsuz etkilediği inkâr edilemez.
Kimlik siyaseti üzerinden şekillenen bu yeni siyasi tablo Türk siyasetinin Türkiye'nin temel sorunlarını çözebilmesi açısından birçok sınırlılık ortaya koymaktadır. Kimlik siyaseti değerler ve kimlikler gibi mutlak, sınırları daha keskin ve müzakeresi daha güç kategoriler üzerinden şekillendiği için karar almayı zorlaştırmaktadır. Türkiye siyasetini böyle bir tablodan, daha rasyonel ve müzakere edilebilir bir zemine çekmek tüm toplumsal kesimlerin menfaatinedir. Türk siyasetini birbirleri ile rekabet hatta çekişme içinde olan kimliklerin mücadele alanı olmaktan çıkarıp daha rasyonel bir zemine çekmek Türkiye'deki toplumsal kutuplaşmanın da daha iyi yönetilmesini sağlayacaktır. Bu noktada koalisyon görüşmelerini yürütecek siyasal liderlere daha fazla görev ve sorumluluklar düşmektedir.