"Siyasette 24 saat uzun bir zamandır" çok klişe bir tespit olmakla birlikte Türk siyasi hayatı açısından geçerliliği çeşitli zamanlarda test edilmiş bir önermedir.
Nitekim geçtiğimiz hafta salı günü sabahında ülke olarak çok farklı gündem(ler) e sahipken Devlet Bahçeli'nin partisinin grup toplantısında yaptığı erken seçim açıklaması, ardından Bahçeli-Erdoğan görüşmesinin gerçekleşmesi ve sonrasında Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan'ın 24 Haziran 2018'de erken seçime gitme kararını açıklamasının ardından bir anda kendimizi seçim sath-ı mailinde bulmuş olduk.
Erken seçime dair tartışmalar aslında 16 Nisan 2017'de kabul halkoylaması ile kabul edilen ve hükümet sistemimizi parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı sistemine dönüştüren Anayasa değişikliği sonrasında zaman zaman gündeme gelmekteydi.
Ancak başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere hükümet kanadı seçimlerin zamanında yani Kasım 2019'da yapılacağını defaatle belirtmekteydi.
Bu açıklamaların merkezinde erken seçimi gerektirecek şartların oluşmaması yer almaktaydı.
Hatta 2018 AK Parti'nin "reform yılı" ilan edilmişti. Aslında bir açıdan bakıldığında Devlet Bahçeli'nin açıklamasına kadar (hatta sonrasında bile) bu görüş AK Parti'de hakimdi. O halde ne oldu da AK Parti Bahçeli'nin teklifini kabul etti?
Bu soruya cevap vermek için 15 Temmuz sonrası süreçte Türkiye'nin içeride ve dışarıda karşı karşıya bırakıldığı (bırakılmaya çalışıldığı) tablonun açık bir biçimde anlaşılması ve bu tabloda Türkiye'nin alması gereken pozisyona ilişkin tercihini netleştirilmesinin bir zorunluluk olduğunun belirtilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede üç ana başlık altında toplanabilecek gelişmelerin belirleyiciliği dikkat çekicidir:
1) 15 Temmuz FETÖ'cü darbe girişiminin başarısızlığa uğratılmasında Erdoğan özelinde siyasal liderliğin ne kadar önemli olduğu anlaşılırken diğer taraftan güçlü bir yürütme aygıtının olmadığı süreçlerde Türk tipi parlamentarizmin ortaya çıkardığı krizlerin hafızalardaki yerinin sorgulanmasına yol açtı. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişle bu sorunları aşılması adına çok önemli bir adım atıldı. Ancak Cumhurbaşkanı'nın erken seçim kararını açıkladığı konuşmasında belirttiği üzere "eski sistemin hastalıkları" henüz aşılamadı. Özellikle bürokrasinin belli kademelerinin kamu yönetiminin işletilmesi noktasındaki isteksizliği bir anlamda parlamenter sistemin kötü alışkanlıklarının terk edilemediğinin önemli bir kanıtı olarak zaman zaman gündeme gelmişti.
Kuşkusuz buna Erdoğan karşıtlığı üzerinden stratejilerini geliştiren muhalif unsurlara FETÖ'cü diasporanın dışarıdan sağladığı destek ve inşa edilmeye çalışılan 3 Kasım 2019 seçimlerinin "güzel günlerin müjdecisi" olacağı söylemi ile yaratılmak istenen algı da eklendiğinde ortaya çıkan "belirsizliğin" aşılması için adım atılması elzem bir hal aldı.
2) Türkiye'nin çevresinde yaşanan gelişmelerin de erken seçim kararının verilmesindeki belirleyiciliği hem Bahçeli hem de Erdoğan'ın konuşmalarında açıkça yer buldu. Suriye'de PKK-PYD-YPG üzerinden ABD eliyle yürürlüğe konulmak istenen planlar, Yunanistan'ın Ege'de, Rumların Akdeniz'de gerçekleştirdiği provokasyonlar Türkiye'nin bütünlüğüne yönelik sahici tehditler olarak karşımızda durmaktadır.
Buna yukarıda bahsi geçen bazı çevrelerin 2019 beklentileri de eklendiğinde toplumsal psikolojide ortaya çıkması muhtemel bir "siyasal boşluk" algısı siyaseten telafi edilemez sonuçların doğmasına neden olabilirdi.
3) Erken seçim kararını ortaya çıkaran bir başka neden ise 2019'a giden süreçte Türkiye ekonomisi üzerinden yaratılmak istenen olumsuz algının olduğu belirtilmelidir.
Özellikle son dönemde döviz kurlarındaki artış ile birlikte belirginleşen bu durum seçim sürecinin uzaması durumunda farklı manipülasyonlara da kapı aralama riski barındırmaktaydı.
Bunlar dışında başta FETÖ olmak üzere Türkiye'nin terörle mücadelesinin sekteye uğrama riski ve Cumhur İttifakı'na zarar vermeye yönelik oluşturulan söylemlerin giderek artması da seçimlerin erken bir tarihe alınmasında etkili (muhtemel) nedenler olarak sayılmalıdır.
Siyasal öngörü
Kuşkusuz 24 Haziran seçimleri Türkiye'nin ilk erken seçimi olmayacak. Ancak unutulmamalıdır ki bu karar öncekilerden çok farklı olarak bir siyasal kilitlenme durumunun neticesi olarak alınmamıştır. Aksine AK Parti'nin sahip olduğu siyasal öz güvenden beslenen bir öngörünün sonucu biçiminde değerlendirilmelidir.
Gelinen noktada sayılan tüm bu nedenlerin bizi götürdüğü sonuç aslında çok açıktır: Cumhur İttifakı'nın büyük ortağı olarak AK Parti ittifakın diğer ortağı MHP'nin yaptığı çağrıyı kabul etmek suretiyle siyasal alanın daralması ve kaotikleşmesi riskini sadece kendi için değil diğer siyasal aktörler için de açmış gözükmektedir. Seçim tarihinin 24 Haziran olarak belirlenmesi ile hem olası siyasal mühendislik çabaları boşa çıkaracak hem de ekonomi üzerinden yaratılması muhtemel olumsuz algıların önüne geçme imkanı yaratacaktır.