Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesi'nin açılmasının ardından, geçmişte Demirel'i "Amerikan emperyalizminin işbirlikçisi", "demokrasiyi sadece kendisi için isteyen bir başbakan" ve en nihayetinde kendilerinin "sınıf düşmanı" olarak ilan eden bazı gazeteciler ve aydınlar, Demirel'den özür dilediler. Onu ne kadar sevdiklerini beyan ettiler. Ve onun Türk demokrasisine çok büyük hizmetleri olduğunu vurguladılar.
Hatta "önünde saygıyla eğildiklerini" belirterek "helallik" istediler.
Dolayısıyla da geçmiş üzerinden kendilerinin hata yaptığını bir kez daha ilan ederken, aynı zamanda, geçmiş "demokratik düzene" yönelik özlemlerini de yinelediler.
Bu yazı, Demirel'in geçmiş siyasal mirasını ele alan bir analiz değildir.
Daha çok, her beş- on yıllık dönemlerde geçmişte yazdıkları üzerine "tövbe" eden ve "pişmanlık" duyan aydın tipolojisi ile ilgili bir kaç hususun altını çizmek içindir. Asıl soru şudur: Geçmişte söylediklerinin, hatta bir sene önce yazdıklarının niçin yanlış olduğunu bugün çeşitli gerekçelerle açıklamaya çalışan aydın tipinin acaba bugün için yaptığı analizler ne kadar gerçeğe temas etmektedir?
Ya da bugün yazdıkları için bir kaç sene sonra tekrar "tövbe" edip "pişmanlık" duyma ihtimallerine karşı bizim ihtiyat katsayımız ne olmalıdır?
Türkiye'de eski tip "iktidar-aydın" ilişkisi, demokrasinin ertelenmesinde ve derinleşmesinde bir bariyer görevi gördüğü birçok akademik çalışmaya konu olmuştur. Bu aydın tipi kendi iktidarının kurucu, taşıyıcı ve yayıcı felsefesine ve araçlarına karşı olumsuz bir atmosfer oluştuğunda demokrasiyi bir "söylem" olarak kullandıkları aşikardır. Bu anlamda, bu aktörler sivil siyasetin yanlışlarını demokratik kültür içinde eleştirmekten çok, siyaseti "rejim" üzerinden konumlandırarak, bir anlamda kendi iktidar alanlarının devam etmesine yönelik bir tutum geliştirmişlerdir.
Sınırlandırılmış alanda siyaset yapan aktörleri de kendi dünya görüşlerine ve değerlerine yaklaştığı müddetçe desteklemişler ve makbul olarak görmüşlerdir.
Bu zaviyeden bakıldığında, bugün Demirel'in demokratlığına yönelik yapılan güzellemeler, daha çok Demirel'in 28 Şubat döneminde ve sonrasında "merkeze" yaklaşan siyasetine dayandırılmaktadır.
Bu dönemde, "Parlamentonun kapısını açık tutan" bir "akil adam" olarak konumlandırılarak "demokrasiyi koruduğuna" yönelik bir yanılsama oluşturulmaktadırlar.
Kendilerini hem rejimin hem de demokrasinin taşıyıcı koalisyonu içinde gören bu aydın tipi, uzun süre bugün iktidarda olan siyasi aktörleri de kendi değer mekanizmalarına yaklaştırma çabasına girmişler ancak bu mümkün olmayınca da, "otoriterlik" söylemini devreye sokarak yeni bir muhalefet dili geliştirmişlerdir.
Dolayısıyla da geçmişe bir özlem üzerinden, bugünü problematize ederek, kendi "asr-ı saadetlerini" geri çağırmaktalar ve eski ile sürekliliği sağlayan siyasal aktörlerin çok daha demokrat olduğunu iddia etmektedirler.
Entelektüel hegemonyaları çözülen bu aydın tipinin analizlerinde öne çıkan diğer problemli bir alan, "sivil siyasetin" yanında olan aydınları, gazetecileri ve aktörleri "siyasal iktidarın" yanında olmakla suçlayarak itibarsızlaştırmaya çalışmalarıdır. Ancak bu kişilerin geçmişlerine bakıldığında "iktidar"da olmayı "sivil siyasetin" yanında olmaya pek çok kez önceledikleri de bir sır değildir. Dolayısıyla da Türkiye siyasal kültüründe "sivil siyaset" ve "iktidar" üzerine genellemeler yaparken dikkatli olmak gerekmektedir. Ayrıca, demokratik siyaset içinde iktidara gelen siyaset kurumunu desteklemenin bizatihi kendisin meşru olduğunun da altı çizilmesi gerekir. Sivil siyaseti savunan bir zihin, siyasal iktidarın bazı uygulamalarını destekleyebileceği gibi yanlış gördüğü politikalarını da eleştirebilir. Ancak, önemli olan durduğu yerin her zaman sivil siyasetin yanında olup olmadığıdır. Çünkü sivil siyasetin içinde muhalefet kurumunun da olduğunun ayrıca unutulmaması gerekir.