Koronavirüs salgını olmasaydı 2020'de en fazla konuşacağımız jeopolitik meseleler ABD'nin Afganistan'da 19 yıl sonra Taliban ile masaya oturması ve İngiltere'nin AB'den ayrılmış olması olabilirdi. Bu iki olay neresinden bakarsanız bakın oldukça önemli gelişmelerdi. Ancak korona salgını, 2020 boyunca uluslararası siyaseti derinden etkileyen sonuçlar üreterek geçtiğimiz yılın tüm zamanların en kötü yılı ilan edilmesine neden oldu. Time dergisi 2020 yılı biterken takipçilerinin karşısına, kapak fotoğrafına 2020'nin üzerine bir çarpı atarak çıktı. Daha öncesinde, 1945'te Hitler'in, 2003'te Saddam'ın, 2006'da Zerkavi'nin ve 2011'de ise bin Ladin'in üzerine çarpı atarak çıkmışlardı.
Salgının bu denli önemli olması, küresel sistemi derinden sarsacak bir dizi gelişmeyi tetiklemesiydi. Salgının ilk evresinde, korona virüsünün küresel siyaseti derinden etkileyeceğine dair anlatı egemen oldu. Sonrasında bu yöndeki anlatı daha parçalı bir görünüm arz etmeye başladı. Geldiğimiz nokta itibarıyla değişim anlatısı yerini küresel bir kaygı haline bıraktı. Bu kaygı halinin ayrıt edici üç özelliği bulunuyor: risk, belirsizlik ve geleceğe dair müphemlik.
Bu yeni küresel kaygı halinin üç özelliği, benim "jeopolitik kaygı" dediğim yeni bir durumun ortaya çıkmasına neden oluyor. Kaygı ortak bir endişe karşılık geliyor. Riskin, belirsizliğinde ve müphemliğinde neden olduğu bir endişe bu. Bu durumu şekillendiren ilk kaygı biçimi ise küresel sistemin geleceğine dair olanı. Küresel sistemin geleceğine yönelik en büyük kaygı Batı'dan yükseliyor. Batı'nın stratejik üstünlüğünün sona ereceği ancak yerine gelecek stratejik üstünlüğün oldukça müphem olması Batı'daki kaygı halini giderek derinleştiriyor.
Korona öncesi dönemde hem Batı'nın kendi içinde hem de küresel ölçekte "Batısızlık" olarak tasvir edilen bu kaygı, korona ile birlikte daha derinleşmiş görünüyor. Batı'nın stratejik üstünlüğünü geri kazanma arayışı olarak tezahür eden "Amerika geri dönüyor" yaklaşımı ile Avrupa'nın "stratejik otonomi" arayışı tam da böylesi bir kaygıdan kurtulma arayışına tekabül ediyor.
Küresel sistemin geleceğine yönelik kaygıyı derinleştiren bir başka husus da Batı sonrası düzeni tesis edeceğine yönelik en güçlü aday olarak gösterilen Çin gibi aktörlerin materyal güç unsurlarının ötesinde küresel bir ufuk çizemiyor olması. Küresel iklim değişikliğinden ortak küresel sorunlara yönelik Çin'in "yaklaşımları" konusunda büyük soru işaretleri ve şüpheler söz konusu. Batı sonrası dünyaya hazırlık yapma konusunda daha esnek olan orta ve üst güç kategorisinde kendisini konumlandıran aktörlerin stataküyü yerinden eden girişimleri de Batı merkezli bu jeopolitik kaygıyı daha da derinleştirmiş durumda.
Bu jeopolitik kaygıyı derinleştiren bir başka husus da riskin çeşitlenmiş olması. Korona salgının da gösterdiği üzere, küresel sağlığa yönetlik risk terörün neden olduğu riskten çok daha fazla. Terör küresel bir fenomen ancak muhtemel başka bir küresel salgının neden olduğu tektonik bir hareketlenmeye sahip değil. Bu belirsizlik, riskin satın alınma fiyatını yükseltirken bütün sistemin yeniden sorgulanmasına neden oluyor. Sınırları belli olmayan bir risk jeopolitik kaygının küresel bir hal almasına neden oluyor. Devam eden askeri çatışmalar, devletler arasındaki gerginlikler jeopolitik kaygının yönetilmesini zorlaştırırken devletleri müstakil politikalar üretmeye sevk ediyor. Dolayısıyla korona sonrası dünyayı tasvir edebilecek en önemli ruh hali jeopolitik kaygı olarak öne çıkıyor.
2020'den çıkarılacak jeopolitik dersler
Jeopolitik kaygının yapısal bir dünya siyasetini ortaya çıkarmasına engel olmak ya da bu kaygı halinden uzaklaşmak ise mümkün olabilir. Bunun için 2020'den çıkarmamız gereken bazı dersler var.
Bu derslerin birincisi, dünyanın İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en büyük yönetişim boşluğuyla karşı karşıya kalmasıdır. Pandeminin gölgesinde iklim değişikliğinin neden olabileceği gerçek sorunlar daha büyük bir küresel zorluğun ortaya çıkmasına neden olabilecek boyuta ulaşabilir. Bütün bu zorluklar küresel iş birliğinin artmasını gerekli kılıyor. Ancak 2020'de tam tersi bir durum ortaya çıktı; uluslararası ayrışmalar arttı, güvensizlik yayıldı ve rekabet daha sert bir yöne doğru evrildi. Rusya-Batı ilişkileri şu anda 1980'lerin başından bu yana en kötü duruma ulaştı. ABD-Rusya nükleer silah kontrolü 2020'de fiilen sona erdi. ABD-Çin ilişkileri 1960'ların sonlarından bu yana en düşük noktasına ulaştı. Çin-Hindistan, Hindistan-Pakistan ilişkileri uzun bir rekabet döneminde ve çatışmaya yönelen bir karakter kazanmak üzere. Avrupa-Amerika hattı Soğuk Savaş'tan bu yana en derin güven bunalımıyla karşı karşıya.
Bütün bu sorunların temelinde çok-taraflılığın hızlı bir şekilde erozyona uğramış olması yatıyor. Küresel yönetişimin temel sütununu teşkil eden çok taraflılığa en başında onu ortaya çıkan güç tarafından bir saldırı gerçekleşti. Sadece koronavirüs değil, bütün küresel sorunlara yönelik çok taraflı küresel yönetişim süreçleri büyük bir darbe aldı.
2020'nin ikinci jeopolitik dersi ise, birçok bölgenin statükoyu değiştirecek yeni gelişmelerle karşı karşıya kalmasıydı. Giderek aşırı milliyetçiliğin söylem ve pratiklerine teslim olan Hindistan, Keşmir'in özel statüsünü kaldırarak Pakistan ile gerginliği artırma yönünde bir tercihte bulundu. Ortadoğu'da İsrail-Arap normalleşmesi ve Trump liderliğindeki ABD'nin meşruiyetten uzak Filistin planı Ortadoğu'da geleneksel statükonun değişmesi için atılmış en önemli adımlardan biriydi. Bölgenin en aktif oyuncularından biri olan Türkiye, askeri aktivizm ve dış politika projeksiyonu ile Libya ve Akdeniz'den Dağlık Karabağ meselesine geniş bir coğrafyada önemli kazanımlar elde etti. İngiltere'nin AB'den ayrılması tam manasıyla Avrupa'nın 80 yıllık jeopolitik bütünleşmesinin tersine bir dalgaya maruz kalabileceğini yeniden gündeme getirdi. Alman Başbakan Merkel'in 2021'de siyasetten ayrılacak olması, Almanya'yı en karmaşık uluslararası ortamla karşı karşıya olduğu bir zamanda gerçekleşiyor.
2021'in ötesine bakabilmek
2020'den çıkarılabilecek başka birçok ders bulunuyor. Ancak pandemi nedeniyle gelecek öngörüsünü sadece 2020'ye odaklanarak yapabilmek mümkün değil. Küresel sistemin dönüşümü meselesini müstakil bir olaya indirgemek muhtemelen çok daha yanlış okumaların yapılmasına neden oluyor. Küresel jeopolitik kaygı halinin dönüşümü bu anlamda zaman alacak bir süreç. Bu geçici bir durum da olabilir daha güçlü bir şekilde yeni bir durumun habercisi de olabilir. Ancak bu kaygının yakın vadeli sonuçları olacaktır.
Bu anlamda 2021 yılı için takip etmemiz gereken hususlar arasında en önemlisi, ABD'nin "geri dönme" sürecinin kısa vadeli sonuçları yer alacak. Bu "geri dönme" politikası, ABD-Çin rekabeti başta olmak üzere uluslararası kurumların tamiri, Amerikan gücünün yeniden tesis edilmesine dair çaba, transatlantik ilişkilerin yeniden tesisi, ABD'nin Ortadoğu'ya yönelik yaklaşımı gibi birçok başlığı içinde barındırıyor. Avrupa'nın stratejik özerklik arayışı, Rusya-ABD rekabeti ve Ortadoğu ölçekli yeni düzen arayışı 2021'den daha uzağa bakarak anlaşılabilecek hususlar arasında yer alıyor.
2021'in ruh hali jeopolitik bir kaygının bütün bir yıla damgasını vuracak olması. Umarım 2020'den daha kötü bir yıl olmaz.