ABD'nin Suriye'den çekileceğini açıklaması sonrasında risk, tehdit ve fırsatları aynı anda algılama, anlama ve yönetme gerekliliği kendini hissettirmeye başladı. Önceki çatışma dinamiklerinin "tuş" olduğu yeni ortamda; fırsatları değerlendirenler risk ve tehditleri, risk ve tehdit algısı nedeniyle kaygılı olanlar da fırsatları bir an önce "kontrol" altına almaya çalışmakta. Aceleciliği yöntem olarak tercih edenler, Türkiye odaklı diplomasi ile Amerikan askerinin çekilmesi süreçlerini gözetleyip pozisyon almaya çalışırken, diplomasi masasındakiler satranç mantığıyla, masada olmayanlar poker oynayarak risk, tehdit ve fırsat değerlendirmesi yapıyor. Doğal olarak her aktörün amacı en az ödünle, en fazla kazancı elde etmek gibi görünüyor.
Diplomasi masasında olanlar risk ve tehditleri fırsata çevirme doğrultusunda, "kazan kazan" yerine "sadece ben kazanayım" stratejisini tercih etmiş durumda. Örneğin Rusya, Doğu Akdeniz'in anahtarını elinde tutma rahatlığıyla, Esed rejimi uhdesinde Suriye'nin toprak bütünlüğüne vurgu yapıyor ve "Türkiye, Suriye'den çıksın" şeklinde bir açıklama yapıyor. İdlib'den El Bab'a kadar uzanan ve Türkiye ile ÖSO'nun kan dökerek tesis ettiği "istikrar koridoru"nu görmezden geliyor. Suriye'de katliama maruz kalmış sivil halkı yok sayarak ABD'nin Suriye'den çekilmesini fırsata dönüştürmek ve kendine tabi rejimin etki alanını genişletmek istiyor. Daha önce Suriye'nin bütünlüğüne tehdit olan ABD-PKK/PYD ittifakını; Amerikalıların çekilmesi sonrası fırsata dönüştürmek, Esed rejimi ile PKK/PYD'yi uzlaştırmak istiyor. Bu nedenle, halen Moskova'da temsilciliği bulunan PKK'nın yeni hamisi olmaya yakın görünüyor.
PKK/PYD'nin risk algısı biraz farklı. Türkiye'nin müdahale olasılığının bir tehdit olması yanında, Münbiç ve Fırat'ın doğusundaki Arap aşiretlerin Türkiye sempatisi, DEAŞ'ın kontrolden çıkıp doğrudan PKK /PYD'yi hedef alması, en önemlisi yenilgi halinde kendi tabanının güvenini kaybetmesi gibi riskler kendini hissettiriyor. Ancak Amerikalı "efendileri"nin kullan-at modeline tabi tutulduktan sonra, tekrar kendilerini kullanacak ve atacak yeni bir patron bulma ihtimalini fırsat olarak algılıyorlar. Irak'ta konuşlu ABD sempatisi ve "dolaylı" desteği yanında Esed ve Rusya ile anlaşabilecek PKK/PYD, İran ile anlaşabilirse Rusya'yla daha da güçlenebileceğini tasavvur etmekte. Ancak Türkiye'nin PKK/PYD'yi "ezmemesi" pek mümkün görünmüyor. Nihayetinde patronlar, kazandıracak yatırıma yönelir.
Basın organlarında, komplo senaryolarına kurban edilen ABD'nin Suriye'den çekilme ve Türkiye'nin DEAŞ ile mücadele edeceği vurgusu aslında; risk barındırmayan, tehditleri başka aktörlere ihale eden, fırsatları her an istismar etmeye imkan tanıyan bir hal tarzı gibi görünüyor. Suriye'deki tüm oyuncuların DEAŞ'ı tehdit olarak algıladığı bir gerçek. Bu nedenle Suriye'deki tüm taraflar istese de istemese de DEAŞ'ı bitirmeye çalışacak. Yani ABD aslında yıllarca boşuna para harcamış görünüyor. Öte yandan ABD'nin DEAŞ vurgusuna meydan okuyacak tek aktörün, DEAŞ ile anlaşma yapabilen tek oyuncu olan PKK/PYD olduğu malum. Yani "paradoksal çarpıklık" zihinleri bulandırıyor: DEAŞ ile ABD adına mücadele eden, ABD için DEAŞ'la birlikte yürüyen bir terör örgütü aslında ABD için en büyük risk olarak ortaya çıkıyor. Tabii ABD gerçekten DEAŞ'ı yok etmek istiyorsa…
DEAŞ Karşıtı Koalisyon bünyesindeki Fransa, İngiltere, malum Arap devletleri ile diğer yancıların pek risk, tehdit ve fırsat analizi yapamadıkları aşikar. Nihayetinde ABD'nin askerî kapasitesi olmadan söz konusu ülkelerin Suriye'de kendi birliklerini idame etmeleri dahi zor görünüyor. Ayrıca Fransa ve Britanya'nın, Suriye'de kaşıdıkları risk ve tehditlerin, Paris veya Londra'da yalnız kurt olarak eyleme geçmeleri kuvvetle muhtemel. Suudi Arabistan ve BAE'nin Suriye'de Esed rejimini kucaklarken DEAŞ ile doğrudan angajmana girmeleri pek mantıklı görünmüyor. Kendi ülkelerinde bir kasabı kucaklamalarının nasıl karşılanacağı belli değilken, DEAŞ'ın bu ülkelerde etkinliğini artırması ve bir gaddarı kucaklamaları nedeniyle o ülke halkları nezdinde meşrulaşmaları mümkün görünmüyor.
İsrail, yeni manzarayı gördükçe moral kaybına uğrayan ve "bir şey yapmalı" diyen ülke olarak karşımıza çıkıyor. Rus direnci ve tehdidi nedeniyle hava hareketliliği azalan İsrail'in istihbarat dışında, Suriye'deki tek aracı PKK/PYD. Diğer bir ifadeyle İsrail'in örtülü yollarla Suriye'ye müdahale etmesinin yegane piyonu olan PKK/PYD, Esed ve Rusya yanında İsrail ile de yakın. Ancak düşen uçağı nedeniyle İsrail'e kızgın olan Rusya'nın, PKK'nın aldatmaya meyilli stratejisine ne kadar onay vereceği belirsiz. DEAŞ'ın halen İsrail'e karşı hiçbir eylem yapamamış olması ve PKK/PYD'ye İsrail desteği dikkate alınırsa komplo teorilerinin seyri de değişebilecek nitelikte. İki terör örgütünün "etkisiz hale getirilmesi" İsrail için risk olarak ortaya çıkıyor.
Sonuçta, aktörlerin aynı anda idare etmek zorunda oldukları risk, tehdit ve fırsatlar göz önüne alınırsa, Türkiye'nin aslında yapması gereken açıkça ortaya çıkıyor. Açık veya örtülü bir şekilde PKK/PYD ile birlikte hareket etmesi beklenen Suriye'deki oyuncular, Türkiye'nin, hem diplomatik hem de askeri anlamda harekete geçmesini gerektiriyor. Başı ezilmeyen ve görmezden gelinen PKK/PYD'nin; Suriye'de olan tüm aktörlerin desteğini elde etmesi, Irak'a çekilmesi sonrası ABD'den yardım almaya devam etmesi ve meşrulaşma istikametinde kazanımlar elde etmesi gibi hususlar Türkiye için riskler ve tehdit barındırıyor. Türkiye'nin Suriye'de ÖSO ile birlikte sahada olması ve terörle mücadele çerçevesinde hem DAEŞ hem de PKK/PYD'ye karşı harekete geçmesi büyük bir fırsat olarak ortaya çıkıyor. Nihayetinde Türkiye'nin El Bab ve Afrin'de başlattığı "işi" yarım bırakmaması ve tereddütsüz sonuçlandırması gerekiyor. Diğer bir deyişle risk ve tehditlerle fırsatları aynı anda yönetebilmesi, riskleri fırsata çevirirken tehditlerin kökünü kazıması Türkiye için bir beka meselesi.