ABD Başkanı Donald Trump seçildikten hemen sonra ABD'nin İsrail Büyükelçiliğini Tel Aviv'den Kudüs'e taşınması kararı aldı. Aralık ayında gerekli belgeyi imzaladı ve taşınma günü olarak da 14 Mayıs'ı belirledi. En son söylenecek sözü en başta söyleyeyim: Hem taşıma kararının kendisi hem de taşınmanın gerçekleştiği gün provokasyon amaçlı birer tercih olarak dikkat çekmektedir. Trump ne Amerikan halkının, ne Batılı müttefiklerinin, ne de dünya kamuoyunun görüşünü aldı. Yani büyükelçiliğin taşınması konusu kişisel kibrin bir yansıması olarak tek yanlı olarak alınmış bir karardır.
Bu yazıda Arap dünyasının bu karar üzerine takındığı tavır üzerinde durulacaktır. Bunu da birkaç başlık altında özetlemek mümkündür.
Bir kere bugün itibarıyla bir Arap dünyasından bahsedilebilir mi önce buna bakmak lazım. Arap ülkelerinin önemli bir kısmı Arap İsyanları sonrası dönemde başarısız devletlere dönüştüler. Suriye, Yemen ve Libya gibi bazı devletler ise fiilen parçalandı. Arap dünyasının temsilci örgütü olan Arap Birliği zaten işlevsiz bir örgüt iken son gelişmeler sonrasında sembolik değerini de yitirdi. Arap dünyası değil Körfez'deki birlik bile bozuldu.
Arap devletleri son yüz yıllık süreçteki en menfi süreçlerden birisinden geçmektedir.
İkinci olarak, Arap dünyasında siyasi istikrarını koruyabilen az sayıdaki ülkeler de İsrail ve Trump yönetimi yanlısı siyaset üretmektedirler. Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan'ın bölgesel siyasetleri Trump'ın bu karar almasında etkili oldu. Örneğin, Suudi Veliaht Prensi bin Selman ABD ziyareti sırasında Yahudi lobileri ile yaptığı bir toplantıda İsrail-Filistin sorununun çözülememesinin sorumluğunu Filistinlilere bıraktı. Medyaya yansıdığı kadarıyla "40 yıldır Filistinlilere birçok fırsat sunuldu. Ancak onlar tüm önerileri ellerinin tersiyle itti. Şimdi Filistinliler için teklifleri kabul etme ve anlaşma masasına gelme zamanı. Bunların hiçbirini de yapmıyorlarsa çenelerini de kapatıp sızlanmayı bıraksınlar" diyen Selman'a göre Suudi Arabistan'ın önceliği Filistin sorunu değildir. Öte yandan, bir süredir BAE temsilcilerinin ABD'de İsrailli yetkililerle gizli görüşmeler yaptıkları bilinmektedir. Bunlardan biri, BAE Washington Büyükelçisi Yusuf Uteybe ile BAE Dışişleri Bakanı Nahyan'ın İsrail Başbakanı Netanyahu ile yaptıkları görüşmedir. Son olarak da Mısır'daki yönetim İsrail'le çok yakın ilişkiler içindedir. Mübarek'ten memnun olan ve kendileri için değerli gören İsrail, General Sisi'den dost olarak bahsetmektedir.
Üçüncü olarak, Arap ülkeleri uzun süredir Filistin sorununu araçsallaştırıyorlardı. Ancak son zamanlarda bunda bir paradigmatik değişim yaşandı. Daha önceki dönemde Arap rejimleri Filistin sorununu kendi iç siyasetlerine malzeme yaparken, içeride meşruiyet aracı kılarken, bugün ise daha çok dış politikalarında bir araç olarak kullanılıyor. Yani, önceki dönemde sembolik de olsa Filistin'e destek veriliyordu.
Ancak günümüzde artık diğer ülkelerle yaptıkları görüşmelerde gerektiğinde vazgeçilebilen koz olarak görüyorlar.
Dördüncü olarak, eskiden Arap milliyetçiliği oldukça güçlü bir ideolojiydi Arap dünyasında. Bunun gereği olarak da Arap rejimlerin hemen hepsi doğrudan veya dolaylı olarak Filistin meselesini siyasetlerinin merkezine alıyorlardı. Son zamanlarda ise Arap milliyetçiliği düşüncesi zayıfladı ve onun yerine yerel milliyetçilikler ön plana çıkmaya başladı. Körfezdeki ülkeler bile kendi yerel milliyetçiliklerini geliştirmeye başladılar. Mesela, Sünni İslamcı düşüncenin merkezi olarak kabul edilen Suudi Arabistan'da tedrici bir Suudlaşma süreci yaşandığına dikkat çekilmektedir. Keza Emirlikler rejiminin bölgede attığı her bir adımın bölge dengelerini bozan ve istikrarsızlığını artıran bir işlev gördüğü ifade edilmektedir.
Yukarıdaki hususlar ışığında son gelişmelerin yorumlanması mümkündür. Bu hususların gereği olarak İsrail ve Trump yanlısı Arap ülkeleri birleşik Kudüs'ün İsrail'in başkenti olarak ifade edilmesinden rahatsız değiller. Trump'ın kararına karşı İstanbul'da düzenlenen İslam İşbirliği Zirvesi'nde düşük düzeyde temsil edilmeleri ile konunun kendileri için öncelikli bir konu olmadığını gösterdiler. Bütün dünya kamuoyu ile birlikte BM Genel Kurulundaki oylama bu anlamda onları kurtarmaz. Çünkü neredeyse bütün dünya o oylamada ABD karşıtı oy kullandı. Daha da ötesi bu ülkeler Ürdün Kralı Abdullah ile Filistin Devlet Başkanı Abbas'ı toplantıya katılmamaları yönünde tehdit bile ettiler. Aynı ülkeler Trump (damadı Kushner) ve İsrail ile birlikte "yüzyılın antlaşması" adını verdikleri bir antlaşma ile Filistinlileri tamamen parçalanmış ve yurtsuz bırakacak bir süreç de başlattılar.
Bugünkü Arap ülkelerinin bazılarının siyasetlerinin kırılganlıkları ve bazılarının dış güçlere bağımlılıkları dolayısıyla İsrail ile ABD'nin bölgesel projeksiyonlarına karşı çıkma ihtimali oldukça düşüktür. Arap halklarının kendi kaderlerini tayin etme hakkı mücadelesi başarılı olması durumunda ancak bu olumsuz ortam değişebilir. Yani mevcut şartlarda maalesef Filistin topraklarının işgali ve Filistin halkının mağduriyeti bir süre daha devam edecektir.