Ahmed Midhat Efendi şöyle der: "Müsteşrik, Doğu irfânı ile uğraşan Avrupalıların kendilerine verdikleri isim. Aynı mevzû üzerinde çalışan bir Osmanlıya bu ismin verilmesi câiz değildir. Biz son devir muharrirleri maârif-i garbiyyeyi şarka ithâle çalışan birer müstağribiz.
" Türkiye bugün, Soğuk Savaş döneminde pek övündüğü, üzerine basılıp geçilen köprü ülke olmaktan çıkıp merkez ülke olma çabasına girişmesinin sonuçlarıyla yüzleşiyor. Mesela, yakın coğrafyada yaşanan gelişmeler artık Türkiye'nin bir iç meselesi gibi muamele görüyor, siyaset meydanında tartışılıyor. Yıllardır üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili ülke insanları bir anda Tunus'un, Libya'nın, Myanmar'ın, Suriye'nin, Mısır'ın sadece haritada birer şekil değil, tarihi ve kültürel akrabalarımız olduğunu da fark etti.
Bu arada fark edilen bir başka şey, Türkiye sınırları içinde yaşayan bazı hemşerilerimizin bu topraklara, yukarıdaki ülkelerde yaşayan pek çok insandan daha yabancı olduğunu görmek oldu. Orta Doğu'yu 'bataklık' sayıp bölgenin mevcut sorunlarından sorumlu sömürgeci Batı başkentlerine selam duran bu amorf yapı, geçen hafta Mısır'da darbecilerin idama mahkûm ettiği Cumhurbaşkanı Mursi ile Türkiye'nin iç gündemi arasında bağlantılar kurarken neşesini de gizleyemedi. Şimdilerde derbeder olsa da, 'darbedar' geçmişi ile maruf Doğan Grubu'nun amiral gemisi, internet versiyonunda "Yüzde 52 oy alan cumhurbaşkanına idam" manşetini attı. Grubun eski hastalıklarının nüksettiğini düşündüren bu manşet, 28 Şubat ve 27 Nisan gibi süreçleri hatırlayınca, darbesever sicil ile birleşti ve ortaya bir 'olağan şüpheli' durumu çıktı. Nasıl ki, bir vukuat yaşandığında kolluk kuvvetleri önce sabıkalıları gözden geçirirse, efkâr-ı amme de doğal olarak Hürriyet'e odaklandı.
'Şok' haberciliği
Aslında burada, internet gazeteciliğinin yaygınlaştırdığı abartılı ve sansasyonel "şok şok" haberciliğini de sorgulamak gerekiyor.
En başta kendisini vuran ve inandırıcılık sorununa yol açan bu tarz, manşette başka, ara sayfada başka bir dil kullanarak haberi manipülasyona uğratmayı ifade ediyor. Bunun zararsız ifadesi, haberi okutturmayı veya daha doğrusu tık sayısını arttırmayı amaçlar ve spor-magazin haberlerinde sıkça kullanılır. Mesela, ana sayfada "Galatasaray'da şok mağlubiyet" başlığını atıp tık alır, içeride okuyucuyu GS sutopu takımının mağlup olduğu bir haberle baş başa bırakırsınız. Böylece taraftarı çok olan futbol takımını ima ederek sayfaya rağbeti arttırmış olursunuz.
Bu tür manipülasyonlar can sıkıcı olsa da, nispeten katlanılabilir şeylerdir. Ancak ana sayfada "Yüzde 52 oy alan cumhurbaşkanına idam" deyip iç sayfada okuru Mısır'a yönlendiriyorsanız, üstelik bu haberciliği geçmişte siyasetçilerin asıldığı ve yakın zamanda yüzde 52 ile seçilen bir cumhurbaşkanının bulunduğu bir ülkede yapıyorsanız, bu kötü bir şaka olarak bile kabul görmez. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın birkaç saat sonra söylediği benzer sözleri tırnak içine alıp kendi fotoğrafıyla vermek de Hürriyet'i kurtarmaz, tam tersine insanlarda 'zekâmızla alay ediliyor' duygusu oluşturur.
Zaten Hürriyet, iki gün sonra, matbu nüshada "Sayın Cumhurbaşkanı'na sesleniyoruz" başlıklı bir yazı yayımlayarak zekâmızla alay ettiği duygusunu pekiştirdi. Oysa mezkûr gazete, eskiden daha açık sözlüydü. 27 Mayıs'ı "Türk ordusu vazife başında" diye selamlayan, 12 Eylül sabahı "Kurtulduk", 28 Şubatta seçilmiş iktidara "Beceremediniz artık bırakın", Ahmet Kaya'ya "Vay şerefsiz", başörtüsü yasağı Meclis tarafından kaldırılırken "411 el kaosa kalktı" diyen Hürriyet, yüzde 52 haberinde pek tedbirli göründü. Eskiden doğrudan kılıç çekerken, şimdilerde tevile açık manipülasyonlar yapıp ardından Üstat Necip Fazıl'dan alıntılarla "Öz yurdunda garip, öz vatanında parya" takiyesine sığınmak konjonktürel ortaktan öğrenilmiş yöntemler olsa gerek.
Basın ahlakı
Bir yandan "bize nasıl kıydınız" edebiyatı, diğer yandan aba altından sopa göstermekten kendini alamayan "seslenme" tarzı, 7 Şubat 2012'de ortaya çıkıp 17 Aralık 2013 sonrası belirginleşen paralel medya üslubuna pek benziyor doğrusu. Henüz o kadar cüretkâr değil, ama duruma göre vaziyet almaya, mesela seçim sonuçlarına göre gerekirse geri adım atmaya hazır görünüyor.
Tabii, zekâmızla alay edilmesine müsaade edersek...
Hürriyet de bir basın kuruluşu elbette, fakat "basın hürriyeti" Hürriyet'e münhasır ve onun fütursuzca, sınırsızca kullanacağı bir kavram değil. Seçilmiş Cumhurbaşkanına idam imasında bulunma hürriyetinin olduğu yerde basın özgürlüğü değil, basın ahlakı ve dahi kamu güvenliği tehlikededir!
Müsteşriklerin selam bile vermeden geçip gittiği bir köprü olmak yerine, merkez ülke olmak için öncelikle içerideki müstağriplerle hesaplaşmak gerekiyor.