Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TALİP KÜÇÜKCAN

Fransa’nın İslam siyasetinin açmazları

1789 Fransız Devrimi'nin sloganı "özgürlük, eşitlik, kardeşlik" idi. Bu slogan çoğulculuğu, farklı düşünen ve inananlara hoşgörü göstermeyi ve eşit muamelede bulunmayı, öteki ile birlikte yaşamayı öngören ilkeler vazediyordu. Çünkü Fransa tekil, baskıcı ve hegemon yapıdan yorulmuş, yeni bir siyasi vizyonla çıkış yolu arıyordu. Fransız Devrimi'nin felsefesini ve ilkelerini yansıtan "özgürlük, eşitlik, kardeşlik" aynı zamanda yeni siyasal ve toplumsal değerleri de içinde barındırıyordu. Fakat bu ilkelerin hayata geçirilmesi ve kurumsallaştırılması hiç de kolay olmayacaktı. Çünkü "özgürlük, eşitlik, kardeşlik" herkes için değildi. Böyle olmadığı ilk sömürge döneminde ortaya çıktı.

Fransa, sömürgeleştirdiği ülkelerde izlediği baskıcı, zorba ve otoriter politikaları ile "özgürlük, eşitlik, kardeşlik" değerlerinin herkes için değil Fransızlar için geçerli olduğunu göstermişti. Bugün gelinen noktada da Fransa'da yaşayan Müslümanların, bu değer ve ilkelere uygun biçimde muamele görmedikleri gözlemlenmektedir.

Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan Fransız sömürgeleri birer birer bağımsızlıklarını ilan sürecinde ve akabinde bu ülkelerden çok sayıda insan Fransa'ya göç etti, yerleşti, vatandaş oldu ve Fransız toplumuna eklemlendi. Bugün itibarıyla sayıları 6 milyona yaklaşan Müslümanlar, Fransa nüfusunun yüzde 10'una tekabül etmektedir. Avrupa'da sayıları, görünürlükleri ve talepleri gittikçe artan Müslüman varlığı diğer ülkelerde olduğu gibi Fransa'da da önemli bir tartışma konusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilhassa Avrupa'nın kapılarını dış dünyaya kapatmaya eğilimli olduğu son yıllarda popülizm ve aşırı sağın yükselişi Müslüman azınlıklara ilişkin tartışmaları siyasi gündemin merkezine taşımaktadır.

Fransız laikliği ve İslam

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron "İslam dünyası her yerde kriz içinde" derken sosyolojik bir tespit yapmaktan çok aslında zihnindeki İslam projesini ilan etmeye yönelik siyasi ve ideolojik bir açıklamaya imza atıyordu. Zira bir süredir üzerinde çalışıldığı bilinen "Fransız İslamı" modelinin gündeme taşınması için beklenen uygun zaman diliminin geldiğine inanılıyordu. Fransa'da gerçekleştirilen bazı şiddet ve terör olayları da İslam karşıtlığının araçsallaştırılmasını kolaylaştırdı.

"Fransız İslamı" bir sosyal mühendislik girişimi olup bu ülkede yaşayan Müslümanları geldikleri ülkelerden koparmayı ve İslam dünyası ile olan ilişkilerini zayıflatmayı amaçlamaktadır. Fransa'nın İslam siyaseti ve bu ülkede yükselen İslam karşıtlığının temelinde katı ve radikal bir laiklik anlayışı yatmaktadır. Unutulmamalıdır ki Fransa'da laiklik, Katolik Kilisesi'nin hegemonyasına ve ruhban sınıfının her alana yayılmış etkilerine karşı tepki olarak doğmuş, dinin kamusal alanda temsilini yasaklayarak onu vicdanlara hapsetmiştir.

Fransız laikliği genel olarak dinleri cumhuriyet ve laiklik açısından tehdit olarak değerlendirmekte, bilhassa İslam'ı entegrasyonun önündeki en büyük engel olarak görmekte ve ülkedeki Müslüman topluluğu güvenlikçi bir anlayışla ötekileştirmektedir. Charlie Hebdo dergisinde yayımlanan İslam karşıtı karikatürleri düşünce ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendirerek buna karşı çıkan ve tepki gösteren Müslümanları "güvenlikleştiren" Fransa, en temel evrensel haklardan biri olan inanç, din ve ibadet özgürlüklerini sınırlandırmaya yönelik kararlar almaktadır. Nitekim Fransa başörtüsü yasağı ile ilgili ilk yasaklama kararı alan ve buna yönelik yasa çıkaran ülke olmuştur.

Ana akım siyaset marjinal siyasete teslim

Avrupa'nın çoğu ülkesinde olduğu gibi Fransa'da da ana akım siyaset marjinal ve popülist siyasete yavaş yavaş teslim oluyor. Almanya'da Almanya için Alternatif Partisi (AfD), Hollanda'da Geert Wilders'ın Özgürlük Partisi, Fransa'da Marine Le Pen'in lideri olduğu Ulusal Birlik Partisi (FN) gibi aşırı sağcı, yabancı düşmanı popülist partiler "öteki" karşıtlığı üzerinden siyaset yapıyor ve azımsanmayacak bir toplumsal destek görüyorlar. Ana akım siyaset Avrupa değerlerini yıkmaya başlayan bu akımlarla mücadele edeceğine, tam tersi marjinal siyasetin konforuna sığınıyor.

Avrupa'da refah devletinin gerileyişi popülist söylemlerin taban bulmasına neden olmuştur. 2007'de yaşanan ekonomik kriz ve Covid-19 ile artan ekonomik sorunlar toplumun tepkisine neden olmuştur, talepler yükselmiş ve ana akım siyaset daha sert eleştirilere maruz kalmıştır. İç ve dış siyasette beklentilerin gerçekleşmemesi ve verilen sözlerin yerine getirilmemesinden doğan hayal kırıklıkları, ekonomik sıkıntılardan kaynaklanan belirsizlikler ve yükselen öfke siyasete yansımaya başlayınca Emmanuel Macron da konforlu ve kolay olan siyaseti tercih etmiş ve kendisine yönelen öfkeyi ülkesinde yaşayan Müslümanlara boca etme yoluna girişmiştir. Avrupa kamuoyunun desteğini alacağı ümidiyle ülke dışında da Türkiye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı hedef almıştır. Bu siyaset tarzı ise marjinal siyasete teslim olmak anlamına gelmektedir. Marjinal siyasetin yaptığı şey korkular ve düşmanlıklar üretmek ve "özgürlük, eşitlik, kardeşlik" ilkelerinden geri adım atmak olmuştur. İslamofobi ve İslam karşıtlığının Macron tarafından kullanışlı bir siyasal araca dönüştürüldüğü Fransa'da yaşananlar da bundan ibarettir. Bu da Fransa'da ana akım siyasetin marjinal siyasete teslim olması anlamına gelmektedir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA