Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 13 Kasım Washington ziyareti Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir dönemin sinyali oldu. Son yıllarda birçok problem alanıyla dolu hale gelen ve sürekli yeni krizlere maruz kalan ilişkinin rayına oturması için her iki ülkenin liderleri kritik bir adım attı. Barış Pınarı Harekatı'yla (BPH) birlikte Amerikan kamuoyunda eşi görülmemiş bir Türkiye kampanyası başlatıldığı bir ortamda bütün kriz noktalarının masaya yatırılması başlı başına önem taşıyor. Ziyaretle birlikte iki ülke liderleri bütün sorunlara rağmen ittifak ilişkilerini devam ettirme konusunda kararlılıklarını Amerikan kamuoyunda tekrar vurgulama şansı buldular.
Türk-Amerikan ilişkilerindeki PKK/PYD, FETÖ ve S-400 gibi sorunların en önemli ortak özelliği her bir meselenin Türkiye açısından ulusal güvenlikle doğrudan ilgili olması. 2014 sonbaharından beri ABD'nin DEAŞ'la mücadele adına PYD'ye yaptığı siyasi ve YPG'ye yaptığı askeri yatırım PKK'nın kapasite geliştirerek Suriye'de bir devletçik oluşturması ve dolayısıyla Türkiye'nin ulusal güvenliğini doğrudan tehdit etmesi anlamına geliyor. FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişimi de devletin bütün kurumlarını felç ederek adeta kendisiyle mücadele etmesi sonucunu doğuran bir travmanın temsilcisi. S-400 meselesi de Suriye iç savaşının ortaya çıkardığı hava savunma sistemi eksikliğinin giderilmesine yönelik atılan yine ulusal güvenlikle ilgili son derece ciddi bir konu. Türkiye'nin doğrudan ulusal güvenliğini ilgilendiren bu üç konunun da ABD'yle ilişkilerde derin krizler hale gelmesi diyalog ve müzakerenin daha da artırılmasını elzem kılıyor.
Bu anlaşmazlıkların ABD açısından bakıldığında doğrudan ulusal güvenlikle ilgili değil de daha çok bölgesel stratejik meselelerle ilgili olduğunu anlaşılıyor. DEAŞ'la mücadeleyi nihai olarak Ortadoğu'nun kendi problemi gören ABD'nin YPG'ye verdiği desteği terörle mücadele bağlamında meşrulaştırmak istediği dikkat çekiyor. DEAŞ'la mücadelenin doğrudan ABD'nin ulusal güvenliğini ilgilendirdiği tezini ileri sürenler olsa da bu tehdidin Amerika Kıtası'ndan binlerce mil ötede olması sorunu "yönetilebilir" bir mesele kılıyor. FETÖ meselesinin ise ABD'nin hukuk sistemini ilgilendiren ve daha çok siyasi düzlemde ele alınan bir konu olduğunu görüyoruz. S-400 de Rusya'yla büyük güç mücadelesi çerçevesinde ele alınıyor. Türkiye için ulusal güvenlik meselesi olan krizlerin ABD için siyasi ve stratejik meseleler olması iki ülkenin sorunlara yaklaşımında asimetrik bir farklılaşma oluşmasına neden oluyor.
BPH ile oluşan Türkiye karşıtı gündem bu sorunların hepsini içeren adeta bir siyasi fırtına havasına büründü. S-400 konusunda Türkiye'ye karşı yaptırım uygulanması zaten Kongrenin gündemindeydi ve Trump'ın bu konuda bir anlaşmaya varmak için daha fazla zaman istemesiyle ertelenmiş bir kriz alanıydı. Amerikan iç siyaseti ve Trump karşıtlığının da malzemesi haline gelen BPH'ye karşı –FETÖ de dahil– Türkiye karşıtı lobilerin içinde bulunduğu yoğun bir kampanya başlatıldı. Bu durum Türkiye'nin ulusal güvenlik meselelerinin kamuoyunda son derece yüzeysel biçimde yargıya varılan konular haline gelmesi sonucunu doğurdu. Trump'ın ABD istediği için DEAŞ'a karşı canlarını feda eden "Kürtleri" Türkiye'nin "katliamı" ihtimaline rağmen kaderlerine terk ettiği tezi kamuoyunun ana dogması haline geldi. Bu açıdan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Beyaz Sarayda Türkiye'nin Kürtlerle hiçbir sorunu olmadığını ve sorunun PKK/YPG'den kaynaklandığını bir kez daha ifade edebilmesi önemliydi.
Trump'ın Oval Ofis'e yabancı liderlerle yapılan Beyaz Saray görüşmelerinde pek de adet olmayan bir şekilde beş senatörü davet etmesi Erdoğan'ın Türkiye'ye karşı yaptırım uygulama konusunda kritik rolü olan siyasetçilerle birebir yüzleşmesini sağladı. Sadece Trump'la görüşüp dönmek yerine Cumhuriyetçi senatörlerle açık bir biçimde S-400 ve PKK meselelerinin ele alınması son derece önemli oldu. Bu senatörlerin Trump'a oldukça yakın ve hem başkanın tavrını etkileyebilen hem de Senato Cumhuriyetçilerinin tavırlarına yön verebilecek isimler olmaları hasebiyle Türkiye'nin tezlerini dinlemeleri kritik önemi haizdi. Elbette bu siyasetçiler konuya Rusya'ya zemin kaybetmek ve NATO ittifakı açısından bakmakla birlikte kendi iç siyasi gündemleri tavırlarındaki en önemli belirleyici olacak. 2016 seçimlerinde Amerikan seçimlerine müdahale tartışmasında Rusya adeta zehirli bir konu haline geldiği için Amerikan siyasileri Rusya'ya karşı ne kadar sert bir tavır aldıklarını gösterme ihtiyacı duyuyorlar. Bu sebeple de Türkiye'nin hava savunma sistemi ihtiyacı onlar için en iyi ihtimalle ikincil önem taşıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ziyareti Türkiye'ye karşı başlatılan yoğun kampanyanın kırılmasında da etkili olacak. Erdoğan'ın muhataplarıyla yüzleşmesi ve Türkiye'nin ulusal güvenliğini doğrudan ilgilendiren konulardaki duruşunu hem siyasetçiler hem de kamuoyuyla Beyaz Saraydan başkanla yan yana dururken paylaşması başlı başına bir kazanım. 2020 başkanlık seçimlerine giderken ve Trump'ın görevden azil süreci resmen başlamışken gerçekleşen bu ziyarette verilen mesajlar Türkiye karşıtı kampanyanın etkisini azaltacaktır. S-400 konusunda Türkiye'yle ortak bir çalışma yapılacağının açıklanması da yaptırımların pratikte ertelendiği anlamına geliyor ki Türkiye'nin ekonomisi açısından bu da bir kazanım olarak öne çıkıyor. Ziyaretin hem karşılıklı diyalog hem de Amerikan kamuoyuna verdiği mesajlar anlamındaki olumlu taraflarına rağmen PKK, FETÖ ve S-400 konularının Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni krizlere yol açması mümkün. Tam da bu sebeple iki liderin olumlu çabalarına binaen iki ülke arasındaki diyaloğun yoğunlaştırılması ve sürekli kılınması kritik önem taşıyor.