Önümüzdeki hafta New York'ta toplanacak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda (BMGK) birçok çatışma alanı ve uluslararası sorun görüşülecek. Ancak gerek Kuzey Kore gerekse Arakan gibi konularda ciddi somut bir adım atılması beklenmiyor. Birleşmiş Milletler (BM) uluslararası çatışmalara ve krizlere çözüm üretme noktasında tarihinin belki de en etkisiz dönemlerinden birini yaşıyor. Bu durumda Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan ve günümüze kadar süregelen uluslararası sistemdeki belirsizliğin önemli bir payı var. Uluslararası sistemdeki belirsizlikle birlikte kriz ve çatışma alanlarının yaygınlaşması BM'nin ancak büyük güçlerin öncelediği meselelerde rol oynayabilmesi sonucunu doğuruyor.
Soğuk Savaş zamanında Sovyetler Birliği ile ABD arasındaki güç mücadelesinin uluslararası arenaya yansıdığı ana kurum olarak öne çıkan BM'nin sonrasında gitgide önemini yitirdiğine şahit olduk. Irak'tan Sudan'a, Libya'dan Myanmar'a kadar birçok konuda genel olarak Batı'nın ve daha özelde ABD'nin önceliklerinin belirleyici olması gerçek anlamda uluslararası kalıcı çözümlerin üretilmesine engel oldu. ABD'nin İran nükleer krizi gibi ulusal güvenlik sorunu gördüğü krizlerde somut adımlar atabilen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) örneğin Suriye meselesinde etkisiz kalması bu çelişkinin bariz bir tezahürü oldu.
1991'de Irak'ın Kuveyt'ten çıkarılmasında BMGK'nın ağırlığını aslında uluslararası koalisyon kurmanın önemine inanan George H. W. Bush başkanlığındaki Amerikan liderliğine borçlu olduğunu söylemek mümkün. Uluslararası toplumu Irak'ın Kuveyt'ten çıkarılması hedefi etrafında birleştiren ABD'nin diplomatik ağırlığını koyması BMGK'nın daimi üyelerinin desteğini getirmişti. Hedefi belli ve uluslararası meşruiyeti olan Irak'ın Kuveyt'ten çıkarılması için gerçekleştirilen uluslararası askeri müdahale uluslararası kurumların işlemesi açısından bir başarı örneği olarak sunuldu. Ancak bu örnekte de görüldüğü gibi BMGK'nın işlemesini sağlayan sebep ABD'nin Irak'ı sadece Amerika'nın değil uluslararası toplumun bir sorunu olarak tanımlayan ve çok uluslu koalisyonu önceleyen tavrı olmuştu.
BMGK'nın 11 Eylül sonrasında uluslararası terörle mücadeleyi ana gündemi haline getirmesinde de ABD'nin öncelikleri etkili oldu. 11 Eylül'ün yarattığı siyasi havayla birlikte George W. Bush yönetimi BM'de uluslararası bir koalisyon ve konsensüs oluşturmaya çalışmadan Afganistan ve sonrasında Irak'a karşı savaş açtı. Bush yönetiminin tek taraflı askeri müdahalesi aslında BMGK'nın da giderek ağırlığını yitirmesine yol açtı. "Ya bizim tarafımızdasın ya onların" tavrıyla spesifik bir ülkeden ziyade "terör" gibi bir olguya savaş açan Bush yönetimi BM'nin sadece Amerikan hedeflerini gerçekleştirmeye yardımcı olan bir fonksiyonu olduğunu düşünüyordu. Bush'un tek taraflı müdahaleci politikası BM gibi kurumların ağırlığını iyice azalttı.
Arap Baharı'nın kritik dönüm noktalarından birini teşkil eden Libya müdahalesine ise Obama yönetimi BM'nin rejim değişikliğini meşrulaştırıcı rol oynamasını sağlamış oldu. Özellikle Arap Birliği'nin Kaddafi'nin indirilmesi için yaptığı çağrı ve lobi faaliyetleri sonrasında ABD nispeten düşük bir masrafla Libya müdahalesini "geriden liderlik" stratejisiyle gerçekleştirdi. Libya'da sivilleri koruma amaçlı "insani müdahale" ile rejim değişikliği sağlanması, Rusya'nın tepkisini çekerken BMGK'da bu tür bir askeri müdahalenin meşrulaştırılmasını artık imkânsız kılacaktı. Rusya'nın Esed rejimine karşı alınacak kararlara karşı çıkması da Libya müdahalesinden çıkardığı "dersler"e dayanıyordu.
BMGK Suriye krizinde görüldüğü gibi Esed rejiminin davranış biçimini değiştirecek veya çatışmanın durdurulmasını sağlayacak anlamlı herhangi bir adım atamadı. ABD'yle Rusya'nın karşıt cephelerde yer aldığı Suriye krizinde her iki gücün de birbirini suçlamayı tercih ederek aslında sorunun çözümünü sağlayacak adımlar atmaktan kaçındıklarını söyleyebiliriz. Rusya Suriye krizinde daha başından beri ABD'yle pazarlığa açıktı. Ancak Obama yönetimi Suriye'yi ulusal çıkarı dahilinde görmediği için bu pazarlığa yanaşmadı ve Rusya'nın vetosunu kullanarak uluslararası adımların önünü almasına zemin hazırlamış oldu. İki güç arasında bir nüfuz mücadelesine dönüşen veto savaşlarının önemli bir sonucu BMGK'nın uluslararası krizlere çözüm üretemeyen bir kurum olduğunun adeta tescillenmesi oldu.
Uluslararası liderlik krizi
BMGK'nın uluslararası krizleri çözmekten çok dondurmayı ve çözülemez hale getirmeyi alışkanlık haline getirdiği bir uluslararası sistemden bahsediyoruz. Uluslararası normların (Esed rejiminin kimyasal silah kullanması örneğinde olduğu gibi) çiğnenmesine karşı ancak büyük güçlerin tahammülüyle orantılı olarak cevap verebilen BM saygınlığı ve meşruiyetinin sık sık sorgulanmasıyla karşı karşıya kalıyor. Arakan'da yaşanan etnik temizlik örneğinde olduğu gibi BM'nin sert kınamalar yayınlayıp durumu seyretmekten fazla öteye gidememesi bu meşruiyet krizini derinleştirmeye devam ediyor.
BM'nin sadece Batı'nın çıkarlarına hizmet eden bir kurum olduğunu söylemek yanlış olur elbette. BM uluslararası kriz ve çatışma alanlarında büyük güçlerin güç mücadelesinin kurbanı olarak uluslararası norm ve değerleri ancak BMGK'nın daimi üyelerinin algıladığı şekilde uygulayabilen bir kurum haline geldi. Dolayısıyla BM'nin uluslararası sistemin iç savaş, etnik çatışma, ekonomik istikrarsızlık, küresel terör ve iklim değişikliği gibi birçok sorundan muzdarip olduğu bir dönemde uluslararası liderlik boşluğunu doldurabilmesi de mümkün görünmüyor. Bu tablo bize uluslararası sistem krizinin halihazırda yaşanan uluslararası liderlik krizinin bir tezahürü olduğunu ve dolayısıyla önümüzdeki hafta gerçekleşecek olan BM Genel Kurulu'ndan beklentilerin gerçekçi bir zemine oturması gerektiğini hatırlatıyor.