16 Nisan'da gerçekleştirilecek Anayasa değişikliği referandumunun kesinleşmesinden itibaren, HDP'nin referandum sürecinde parti olarak nasıl bir strateji uygulayacağı meselesi bir soru işareti olarak karşımıza çıktı. Referandum sürecinin başından itibaren HDP'nin tıpkı 2010 referandumunda olduğu gibi seçmenini seçimleri boykot etmeye yönlendireceği iddiaları konuşuldu. HDP yöneticileri geçtiğimiz birkaç haftada yaptıkları açıklamalarda, partinin referandumda sandığa gideceği ve seçmenini "hayır" oyu verme yönünde teşvik edeceğini açıkladı. Partinin resmi kararı "hayır" olarak geçtiğimiz haftalarda ilan edildi.
Diyarbakır, İstanbul ve İzmir'de eş zamanlı olarak başlatılan referandum sürecinde "Hayır hepimiz kazanalım" sloganı tercih edildi. Gerek referandum kampanyasının tanıtım etkinliğinde gerekse de daha önceden yapılan açıklamalara bakıldığında, HDP'nin kampanyayı bir varoluş mücadelesine dönüştürme yönünde bilinçli bir politika sergilediği görülüyor. Gerçekleştirilecek Nevruz kutlamalarının HDP'nin kampanyası ile birleştirileceğinin açıklanması da bu duruma işaret etmesi açısından önemli bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor.
Bu "varoluş mücadelesi"nin ulusal ve uluslararası alanda yaygın bir şekilde dolaşıma sokulduğu görülüyor. Örneğin, geçtiğimiz hafta bir Fransız gazetesine röportaj veren bir HDP vekilinin, referandumda "evet" çıktığı takdirde azınlık haklarının kısıtlanacağını iddia eden açıklaması tam da bu noktaya işaret ediyor. Özellikle yabancı basında Anayasa değişikliği çerçevesinde ele alınmayan değişikliklerin dahi bu sürecin bir parçası olarak gösterilmesi, HDP'nin referandum sürecinde yürüteceği kampanyayı değişiklik paketinin içeriği ile sınırlı tutmayacağını ortaya koyuyor. HDP'li bir milletvekilinin, valilerin köylülere Anayasa değişikliği referandumunda "evet" oyu kullanmadıkları takdirde köylerini boşaltacağı tehdidinde bulunduğu iddiası ulusal çaptaki yönlendirmenin bir örneğini oluşturuyor. Hatta parti "HDP'yi kapatmaya hazırlık" söylemini dolaşıma sokarak, "hendek ve barikat" terörizminde kaybettiği toplumsal desteği sağlamaya çalışıyor.
HDP'nin bu minvalde araçsallaştırdığı bir diğer alanı, özellikle Kürt oylarına yönelik çözüm süreci eksenli bir politika yürütülmesi oluşturuyor. HDP sözcüsünün referandumdan hayır oyu çıktığı takdirde "müzakere ruhu"na yani çözüm sürecine geri dönüleceği iddiası, aslında HDP'nin söylemindeki çelişkileri iki noktada göstermesi bakımından da önemli. Birincisi, AK Parti'nin çözüm sürecini bir zorunluluktan ziyade çok zor şartlar altında risk alarak başlatmış olduğu gerçeğinin göz ardı edilmesi. İkincisi ise, bir taraftan AK Parti'li seçmene, seçimden hayır çıkması halinde AK Parti, Hükümet ve Cumhurbaşkanı nezdinde hiçbir değişiklik olmayacağı "güvencesi" verilirken, kendi tabanına yönelik söylemde ise referandumdan hayır çıkmasının hükümeti ve Cumhurbaşkanını bir şeyler yapmaya zorlayacağı iddiasının sıkça vurgulanması. Bu nokta, partinin stratejisindeki çelişkileri ortaya koyması açısından önem atfediyor. Yine HDP'nin AK Parti'ye "gönül vermiş vicdanlı kardeşler"e seslendiğini vurgularken, AK Parti seçmenini kendi içerisinde ayrıştırması, kendi seçmeninin ötekileştirildiğini dile getiren HDP'nin çelişkilerini ortaya koyuyor.
Son olarak, PKK'nın referandum öncesinde saldırılarına son vererek HDP'nin kampanyasını güçlendireceği ve HDP'nin terör örgütleriyle iş birliğine yönelik eleştirileri azaltmaya çalışacağı hususuna da değinmek gerek. HDP'nin referandum kampanyası tanıtım etkinliğinde Öcalan'a selam gönderilmesi ve "'Sayın'ı hak edene söylemekten bizi hiçbir şey alıkoyamaz" açıklaması da HDP'nin referandum sürecinde PKK ile arasına mesafe koymaktan ziyade bu bağ üzerinden bir kampanya yürüteceğini açıkça gösteriyor.