29 Ekim 2019'da ABD Temsilciler Meclisinin Türkiye aleyhinde aldığı kararlar Trump yönetiminin yürüttüğü dış politika açısından önemli sonuçlar doğuracağa benziyor. Bu alınan kararlardan biri Türkiye'ye yönelik yaptırımların Trump yönetimi tarafından uygulanmasını emrediyor. Diğer kararda ise sözde Ermeni soykırımına ilişkin iddialar Türkiye aleyhinde resmiyet kazanmaktadır.
Türkiye'ye yaptırım öngören tasarı Demokratların çoğunlukta olduğu Temsilciler Meclisinden geçerek Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu Senatonun yolunu tuttu. "Türkiye'ye Karşı Çatışmadan Korunma" (PACT Act) isimli tasarıda öngörülen maddeler Senato tarafından aynen kabul edilirse Trump yönetiminin Türkiye politikasına ciddi sınırlamalar getirilecek. Yirmi bölümden oluşan tasarıda öngörülen yaptırımlar çeşitlilik gösteriyor. Bu yaptırımların bazılarında Kongre ve yönetim arasındaki anlaşmazlığın yansımalarını görmek mümkün. Örneğin Kongre Halkbank'a ilişkin yaptırımlarla Hazine Bakanlığının yaptırımlara ilişkin yetkisine müdahil olurken bazı konularda da Dışişleri Bakanlığının görevli olduğu konularda düzenleme getirmeye teşebbüs etti.
Başkan Trump hakkında yürütülen azil soruşturması, Kongre ve yönetim arasındaki anlaşmazlığın önde gelen sebeplerinden biri. Geçtiğimiz Perşembe Temsilciler Meclisinde çoğunluğu sağlayan Demokrat Parti üyeleri tarafından verilen başka bir kararla azil soruşturması resmiyet kazandı. Cumhuriyetçi Parti ve Demokrat Parti üyeleri kılıçları kınından çoktan çekmiş durumda.
2017'de "ABD'nin Düşmanlarına Yaptırımlarla Karşı Koyma Yasası" (CAATSA) kabul edilmişti. Türkiye'nin S-400 savunma sistemini alması nedeniyle birçok Kongre üyesi uzun zamandır Türkiye aleyhinde CAATSA uyarınca yaptırım uygulanması çağrısında bulunuyordu. Fakat Trump yönetimi yaptırımları Türkiye aleyhinde şu zamana kadar işletmedi. Genel olarak Amerikan kamuoyunun ve Kongre üyelerinin Türkiye aleyhinde takındığı negatif tutumun etkisiyle Temsilciler Meclisi CAATSA yaptırımlarının Türkiye'ye karşı uygulanması için özel bir hüküm kabul etti. Fakat tasarı yürürlüğe girdiğinde bu hükmün herhangi bir etkisi olmayabilir. Türkiye'ye CAATSA yaptırımlarını bu zamana kadar uygulamayan ABD Dışişleri Bakanlığı tasarı halindeki bu hüküm yürürlüğe girse de yaptırımları uygulamamaya aynen devam edebilir. Türkiye'ye yaptırım uygulanmasını öngören bu adımlarının Kongrenin dış politikada yönetim üzerinde üstünlük kurma çabalarının bir parçası olarak görmek gerekir.
Sözde Ermeni soykırımının kabul edilmesine ilişkin tasarılar yıllardır defalarca Kongreye sunulmuştu. Fakat Türkiye'nin Suriye'de operasyonlara başlaması nedeniyle ilk defa üzerinde oylama yapılarak Temsilciler Meclisi tarafından kabul edilen bir karar aşamasına geldi. CAATSA uyarınca uygulanması gündeme gelen yaptırımlar artık sadece S-400 meselesi olmaktan çıktı. Benzer şekilde Halkbank davasını Türkiye'ye karşı yargı alanında atılan bir adım olarak nitelendirmek mümkün. Halkbank davası aslında İran yaptırımlarının delindiği iddiasıyla açılsa da Barış Pınarı Harekatı'nın başlatılmasından hemen sonra iddianamenin sunulması bu görüşü destekler nitelikte. Rusya'ya ve İran'a yönelik yaptırımlara ek olarak Temsilciler Meclisi Ermeni meselesini de kullanarak Türkiye'ye karşı sembolik bir adım attı. Söz konusu karar Temsilciler Meclisinin niyetini ve politikasını tespit eden ve bağlayıcı olmayan bir karar niteliğindedir.
Dış politikayı ilgilendiren konularda ABD yasama ve yürütme erklerinin yarışan yetkisi uzun yıllardır tartışılan bir konudur. Türkiye aleyhinde alınan kararlarla Kongre sahip olduğu yetkileri sonuna kadar kullanarak Türkiye'ye ve Trump yönetimine karşı bir koz sahibi olma çabası içerisine girmiştir. Bu durumun ABD'nin dış politikasını sağlıklı bir şekilde yürütmesini uzun vadede engelleyeceği öngörülmektedir. Zira yasama ve yürütme organlarının dış politikayı kendi çıkarları için kullanılacak bir araç olarak görmesi ABD'nin dış politikada yanlış adımlar atmasına sebebiyet verecektir.