Hafta başında yaşanan Ergenekon tahliyeleri, yeterince yoğun seyreden seçim gündemine bir başlık daha ekledi. Tahliyeler, hükümetin siyasi bir manevrası mı? Hükümet vesayetle mücadele politikasından geri adım mı atıyor? Bu tahliyelerle, hükümet, Gülen grubuna karşı Kemalist kesimlerle ittifak kurmayı mı hedefliyor?
Normal zamanlarda yaşanması mümkün olmayan gelişmelere şahitlik ettiğimiz bugünlerde bu soruların da belli bir meşruiyeti var, elbette. Ancak, tahliyeler üzerinden abartılı-keskin yargılar eşliğinde komplo teorilerine boğulmadan önce, tahliyeleri mümkün kılan iki prosedürel gelişmeyi hatırlatmakta fayda var. Tahliyelerin bir kısmı, tutukluluk üst sınırının 5 yıla indirilmesini sağlayan yasal düzenlemeden kaynaklanıyor. Bir kısmı da, Anayasa Mahkemesi'nin İlker Başbuğ'un yargılandığı Ergenekon davasında hüküm verilmesine karşın yaklaşık 8 aydır gerekçeli kararın yazılmamasının, temyiz imkânını engellediği şikâyetini haklı bularak hak ihlali kararı vermesinden kaynaklanıyor. Ergenekon davasıyla birleştirilen birçok münferit davadan tutuklu bulunan kişilerin hafta başında tahliye edilmeleri bu iki gerekçeye dayanıyor.
Tahliyeler adli prosedürler çerçevesinde yaşansa da, bu adli sürecin meşruiyetini mevcut siyasi iklimden ve siyasi iradeden aldığı açık. Bu durumda da, yedi yıl önce, tutuklamalara meşruiyet sağlayan siyasi iklim ve iradenin bu gün nasıl tahliyeleri mümkün kılan bir çizgiye yöneldiği üzerinde düşünmekte yarar var.
Buraya nasıl gelindi?
Ergenekon Davası, siyasal sistemin askeri vesayetten arındırılarak demokratikleştirilmesinin, seçilmiş siyasi iradenin siyaset dışı odaklar tarafından baskı altına alınmasına son verilmesinin, darbe ve darbeye teşebbüs fiillerini mahkûm etmenin sembolüydü. Bu haliyle, demokratik sistemi tahkim etmenin, vesayetçi aktörleri ayrıcalıklarından arındırmanın, seçilmiş siyasi iradeyi muktedir kılmanın, toplumsal barışı inşa etmenin imkânı olarak selamlanıyordu. Dava, bu beklentilerin çoğunu da karşıladı. Darbe ve darbeye teşebbüs fiilleri lanetlendi, askerin siyaset üzerindeki vesayeti son buldu, toplumun demokratik duyarlılığı arttı, siyaset kurumu özgüven kazanarak kronik sorunlara el atmaya başladı.
Siyasi ve toplumsal desteği arkasına alarak başlayan ve kısa sürede siyasal sistemin demokratikleşmesine muazzam katkılar sağlayan Ergenekon davası, bir süre sonra, hem kamuoyunda hem de siyasi iktidarda birçok soru işareti oluşturdu. Zamanla artan sorular, kamuoyunun ve siyasi iradenin Ergenekon davasındaki Gülen faktörünü fark etmesine yol açtı. Bugün, 7 Şubat ve 17 Aralık süreçleriyle artık daha bütünlüklü gördüğümüz Gülen faktörünün Ergenekon davasındaki stratejisi geriye doğru bir okumayla masaya yatırıldı ve daha önce zihinden kovulan soru(n)larla yüzleşilmeye başlandı.
Gülen ve takipçileri, Ergenekon'la sembolize edilen ancak onunla sınırlandırılamayacak askeri vesayetle mücadele sürecini, tasfiye edilecek askeri vesayet yerine yeni bir vesayet odağı olmanın imkânı olarak değerlendirdi. Ergenekon davasını KCK davaları, onu da başka davalar izledi. Gülen yargısı, zayıflatılan askeri vesayetin yerini dolduran yeni vesayet odağı olarak davranmaya başladı. Kısa süre içinde, davalar, Gülen ve takipçilerinin en önemli silahına dönüştü. Türkiye siyaseti, davalar üzerinden Gülen yargısı eliyle dizayn edilmeye başlandı. Kürtlerin, milliyetçilerin, ulusalcıların, dindarların futbol severlerin ve daha birçok kesimin siyasal tansiyonu Gülen yargısı üzerinden belirlenmeye başlandı. Hükümetin dış politika tercihleri, ordu ile ilişkileri, Kürt sorununu çözme inisiyatifi Gülen ve yargısı üzerinden müdahaleye uğradı.
Gülen yargısı, uhdesine alıp araçsallaştırdığı her davayla toplumun değerlerini birer birer kirletti. Ergenekon davasıyla toplumun demokrasi beklentisi, KCK davasıyla kayıt dışı siyasetle ve terörle mücadele beklentisi, 17 Aralık operasyonlarıyla şeffaflık ve temiz siyaset beklentisi kirletildi. Toplumun önemsediği bu değerler, Gülen yargısı eliyle siyaset dışı bir odağın bütün rakiplerini sindirmesinin aracına dönüştü.
Bu çerçevede, askeri vesayeti geriletmenin sembolü haline gelen Ergenekon davası, orduya, emniyete ve yargıya yerleşmenin, bu kurumlardaki ve genel olarak da kamuoyundaki Gülen karşıtı veya alternatifi aktörleri tasfiye etmenin bir aracı olarak kullanıldı. Davanın belkemiğini oluşturan somut kanıtlar birçok zayıf iddia ve ithamla çevrelendi, davayla ilgisi olmayan birçok aktör davayla ilişkilendirildi, münferit birçok dava ana davaya eklenerek davanın yıllarca sürmesi garantiye alındı. Nihayetinde, somut deliller üzerinden ceza alacak kişiler zayıf delillerle itham edilen kişilerle, kolayca karara varılacak davalar görülmesi yıllar sürecek davalarla aynı potaya konulduğu için dava bir türlü sonuçlandırılamadı ve meşruiyet kaybına uğradı. Böylece siyasal tarihimizin en meşru davası, Gülen yargısı tarafından heba edildi. Gülen'in askeri vesayeti tasfiye etme sürecine siyaseti dizayn etme hırsını eklemesi, adaletin tecellisini engelledi.
Böylece, darbecilerin kurban, suçluların mağdur muamelesi gördüğü bir yere geldik. 17 Aralık süreci, yeniden yargılama tartışmalarını ve siyasi iktidarın bu tartışmalara açık kapı bırakmasını sağladı. Ergenekon tutuklularının tahliyelerine imkân sağlayan yasal düzenleme ve AYM kararı, böyle bir siyasi arka plana dayanıyor.
Bundan sonra ne olur?
Her şeyden önce, tahliyelerin davanın yersizliğinden, asılsızlığından değil; Gülen ve takipçilerinin sebep olduğu dava sürecindeki aksaklıklardan, hatalardan kaynaklandığını unutmamak gerekir. Dava sürecindeki yanlışlık, davanın doğru zeminini ortadan kaldırmıyor. Dolayısıyla, tahliye ile beraat arasındaki farkı unutmadan tahliye olanların aklanmadıklarının altını çizmek gerekir. Başta Ergenekon davasından yargılananlar ve destekçileri olmak üzere birçok kişi ve çevrenin, tahliyeleri beraata çevirmeye, yeniden tutuklamayı bir siyasi maliyete dönüştürmeye yönelik stratejileri bu gerçeği değiştirmiyor. Çözüm, hem mağduriyet ve usulsüzlükleri gideren hem de darbeye teşebbüs ve toplumsal kaos oluşturma fiillerini cezalandıran bir formülün bulunmasıdır.
Toplumun ve siyasi iradenin Gülen'e yönelik mevcut kaygılarının arkasına sığınarak, demokratikleşme sürecinin kilometre taşlarından biri olan Ergenekon davasını aklamaya yönelik bir yönelim, toplum vicdanını yaralayacağı gibi, eski Türkiye'den yeni Türkiye'ye geçiş sürecine de silinemez bir leke bırakacaktır.