Geçen hafta, hükümeti dershaneleri dönüştürme kararlılığından vazgeçirmek üzere sahaya sürülen resmi belgeler, Gülen cemaati tartışmasını farklı bir evreye taşıdı. Bu vesileyle, Gülen cemaati üzerinden, vesayet döneminin toplumsal hareket- siyasetdevlet ilişkilerine ve vesayet sonrası Yeni Türkiye'yi inşa ederken toplumsal hareketlerin siyaset ve devletle nasıl bir ilişki kurmaları gerektiği üzerine bir tartışma yürütmek yararlı olabilir.
Yakın tarihimizde, toplum-siyaset ilişkisi iki önemli kırılmaya uğradı. İlk olarak kurtuluş savaşının ertesinde, Kemalist kadro, Rousseaucu milli irade anlayışıyla, millet adına yetki kullanma tekelini kendi uhdesine aldı. İkinci kırılma, çok partili siyasi yaşamdan ve serbest seçimlerden vazgeçilemeyince yaşandı. 1961 Anayasasıyla seçilmiş siyasi irade, atanmış ve anayasal yetkilerle donatılmış bürokratların gözetimine verildi. Toplumun demokratik mekanizmalar üzerinden siyasi süreçlere katılımını öngörmediği- engellediği için her iki dönemi de vesayetle tanımlamak mümkün.
Farklı siyasal görüşlere sahip pek çok toplumsal hareket, kavramsal olarak vesayet diye adlandırdığımız bu durumu, toplumsal katılıma açık olması gereken siyasetin bir grubun tekeline verilmesi dolayısıyla, devletin Kemalist seçkinlerce gasp edilmesi olarak okudu. Siyasetin işlevsiz kılındığı, milletin devlete yabancılaştığı bu anormal süreç, demokratik siyasetle uyumlu olmayan pek çok stratejiyle karşılık gördü. Bazı hareketler silahlı mücadeleye yöneldi, bazıları askeri müttefikler arayarak darbe ile iktidara gelmeye odaklandı, bazıları da bürokraside örgütlenmeye, devlete sızmaya, devleti ele geçirmeye yoğunlaştı. Aslında, Kemalist kadronun milli irade kavramsallaştırmasıyla aynı düzleme denk düşen bu çabalar, zaten siyasetin toplumsal duyarlılıklara kapatıldığı, devletin imtiyazlı kadrolarca ele geçirilerek topluma yabancılaştırıldığı düşüncesiyle meşru addedildi, mazur görüldü. Farklı siyasal eğilimlere sahip birçok grup, cemaat ve örgüt devleti önceleyen çalışma tarzları benimsediler.
Siyasetin normalleşmesi
On yılı aşkın yoğun çabalar neticesinde, bugün, vesayet ortadan kaldırılmış, siyaset toplumsal eğilimlere duyarlı hale getirilmiş, devlet millete ait kılınmış, kısacası siyaset ve devlet vesayet parantezinden çıkarılmış durumda. Siyasetin topluma açık ve karar alma süreçlerinde etkili olmaya başlaması, bugüne kadar, vesayet sistemi eksen alınarak yapılanan toplumsal hareketlerin de strateji değiştirmesini zorunlu kılıyor. Siyaset tarihi, kendisini değişen siyasal koşullara uyduramayan, zamanın ve tarihin akışına direnç gösteren, bu nedenle de varlık gerekçelerine zarar vererek anakronik duruma düşen yapıların örnekleriyle dolu. Yakın tarihimizde farklı siyasal yelpazelere sahip pek çok oluşumun dönüşüm sancılarına şahit olduk.
Gülen cemaati, siyasetin toplumsal duyarlılıklara açık hale gelmesiyle vesayet döneminde belirlediği stratejiyi değiştirme basıncıyla karşılaşan yapılanmaların başında geliyor. Gülen cemaati, kuruluşundan itibaren ikili bir strateji benimsedi. Bir yandan, etkili bir sivil toplum örgütü ve dini cemaat formatıyla toplumun birçok kesimine dokunarak başarılı bir hizmet hareketinin örneğini oluştururken; öte yandan, dönemin birçok örneğine benzer şekilde, bürokraside örgütlenmeyi, devletin kılcal damarlarında varlık göstermeyi önemsedi.
Toplum- siyaset- devlet arasındaki kanalların demokratik bir sistemde olması gerektiği şekilde açık hale gelmesi, siyasal faaliyetlerin önceliklerini de, millete hizmetin araçlarını da radikal bir değişime tabi tuttu. Demokratik siyasetin geçerli hale geldiği, toplumsal duyarlılıkların siyasete ve iktidara yansımasının önünde herhangi bir engelin kalmadığı bir süreçte, toplumsal hareketlerin meşruiyet çerçevesi de toplumsal etki ve nüfuz alanlarıyla sınırlıdır. Devleti millete ait kılmanın yegâne yolu, artık, toplumsal kanallar üzerinden demokratik mekanizmalarla siyasete katılmak, bürokratik kısa devre araçlarından imtina etmektir. Bu çerçevede, Gülen cemaatinin yarım asra yakın bir süre önce belirlemiş olduğu devlet öncelikli stratejinin zemini ortadan kalkmış durumda. Gülen cemaatinin topluma hizmet etmesinin yegâne yolu, kendisini sivil toplum faaliyetleriyle sınırlandırmak, bürokrasideki kazanımlarıyla siyaseti etkileme hevesinden vazgeçmektir.
Yeni vesayet teşebbüsü
Demokratik süreçler sonunda milletten siyasal karar alma hak ve meşruiyetini almadığı halde, devletin stratejik kurumlarındaki varlığı üzerinden kendi doğrusunu hâkim kılma teşebbüsü, vesayetten başka bir anlama gelmemektedir. Her vesayet teşebbüsü, zorunlu olarak, seçkinci ve kurtarıcı bir içeriğe sahiptir. Bu seçkinci ve kurtarıcı karakter, demokratik siyasetin vazettiği şekilde, fikirlerin demokratik süreçler dolayımıyla toplumsal teste tabi tutulmasına ihtiyaç hissetmez. Bu ihtiyacı hissetmediği için de, kendi fikirlerini, demokratik mekanizmalar üzerinden aldığı toplumsal destekle siyasi karar alma meşruiyeti edinen seçilmiş siyasi iktidarların fikrinden daha üstün görür. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, Kemalist kadro, tam da böyle bir muhakeme neticesinde -toplum için doğru fikirlere sahip olduğu varsayımıyla- vesayet kurmuştu. 1960 askeri darbesinden sonra kurulan kurumsal vesayet de seçilecek siyasi iktidarların, bu Kemalist doğrulara riayet etmeme ihtimali üzerinden kurgulanmıştı.
Bu çerçevede, Gülen cemaatinin, devletin stratejik kurumlarında varlığını sürdürme ve bu kurumlardaki varlığıyla sahip olduğu gücü siyaseti dizayn etmek üzere kullanma ısrarı, Cumhuriyet dönemindeki her iki vesayet tecrübesinden de izler taşımaktadır. Seçim sandığı ve sivil toplum faaliyetleri başta olmak üzere birçok yol ve vesileyle toplumun siyaseti etkileme kanallarının açık olduğu bu dönemde, Gülen Cemaatinin eski düzenin anormal koşullarında benimsediği stratejiyle elde ettiği mevzileri, bugün de siyaseti etki altına almak üzere seferber etmeye devam etmesi, yeni bir vesayet teşebbüsü anlamına gelmektedir.
Bu teşebbüs, siyasetin alanını daraltarak ülkenin demokratikleşme sürecine zarar verdiği gibi, hareketin beslendiği zemine de zarar vermektedir. Toplumun Gülen cemaatine teveccühünün gerekçesi, siyaset üzerinde vesayet kurmak değil, topluma hizmet etmektir. Demokratik bir sistemde, topluma hizmet etmenin çerçevesi bellidir ve devletin stratejik kurumlarında örgütlenerek seçilmiş siyasal iradeyi etki altına almak bu çerçeve içinde yer almamaktadır.
Yeni Türkiye'de, gücünü toplumdan almayan, demokratik siyaset süreçlerini işletmeyen hiçbir oluşumun siyasete nüfuz etme meşruiyeti yoktur, olmamalıdır. AK Parti'nin Gülen cemaatinin vesayet teşebbüsünü engelleme çabası demokratik bir sistemi inşa etme sorumluluğunun bir gereğidir. Gülen cemaatinin ülkeye ve kendisine gönül verenlere karşı sorumluluğu, vesayet teşebbüslerinden uzak durarak yüzünü tamamen topluma dönmektir.