"Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor." Faşizm hayaleti... Avrupa'nın siyasi elitleri bu hayaleti defetmek konusunda çaresizlik içinde. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından bir daha dirilmemek üzere öldürüldüğü sanılan bu hayalet Avrupa'dan Amerika'ya Batı siyasetinde hortlamış durumda. Bu hayalet şimdiden Cameron, Renzi ve Clinton gibi birçok politikacının siyasi hayatına mal oldu. Merkel ve benzerleri ise büyük bir çaresizlik içinde sonlarını bekliyorlar. Kâh mültecilere kucak açarak İkinci Dünya Savaşı sonrasında inşa edilmiş olan liberal değerleri suni teneffüs ile hayatta tutmaya çalışıyorlar, kâh aşırı sağın burka yasağı gibi argümanlarını kullanarak oyların o tarafa kaymasını engellemeye çalışıyorlar.
Fakat ne yaparlarsa yapsınlar nafile. Soğuk Savaş sonrası başlayan ve 11 Eylül ile hızlanan İslam'ı terörizmle eşleştiren paradigma sonucu aşırı sağ, İkinci Dünya Savaşı sonrasında etrafında oluşturulan güvenlik bariyerini (Cordon Sanitaire) çoktan aşmış durumda. Elbette faşist siyasetin yükselişinde tek sebep bu paradigma değil. 2008'de başlayan ve aslında kapitalizmin yapısal ve kronik sorunlarından olan ekonomik kriz hâlâ atlatılabilmiş değil ve bütün Batı toplumlarını tepeden tırnağa sarsmaya devam ediyor. Ana akım siyaset yükselen işsizlik ve orta sınıfın fakirleşmesine çare üretemediğinden kitleler popülist aşırı sağ siyasetin baştan çıkarıcı yalanlarına teslim oluyorlar. Aşırı sağın basit mantığına göre Avrupa'nın krizinin suçlusu belli: İşlerini ellerinden çalan, sosyal yardımları kötüye kullanan mülteciler, yabancılar ve göçmenler. Aşırı sağ diğer taraftan biraz da haklı bir şekilde Avrupa halklarından kopuk olarak Brüksel balonunun içinde yaşayan Eurokratları yaşanan sorunlardan sorumlu tutuyor. Bu durum ise Brexit örneğinde olduğu gibi bütün Avrupa çapında AB karşıtı hareketler olarak karşımıza çıkıyor.
Diğer taraftan Avrupa'nın bir kimlik krizi ile karşı karşıya olduğu ayan beyan ortada. Bugün Avrupa'nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında inşa ettiği mülteci hakları, çok kültürlülük ve insan hakları gibi liberal değerlerin hepsi büyük bir sınamadan geçiyor. Sosyal, ekonomik ve siyasal alanda görünür hale gelen Müslümanlar ve yabancılar Avrupalı kimliğinin Hıristiyan Yahudi kültürü üzerine inşa edildiği iddia edilerek dışlanıyor, ötekileştiriliyor ve düşmanlaştırılıyor.
Bütün bu sorunlar yumağını daha da karmaşık hale getiren mesele ise Avrupa çapında güçlü liderlik eksikliği. Sorunları çözmesi gereken Avrupalı liderler Cameron ve diğer birçok lider örneğinde olduğu gibi kısa vadeli siyasi çıkarları gözeterek popülist siyasetin cazibesine kapılıyorlar. Bu durum Brexit örneğinde olduğu gibi sorunları daha da karmaşık ve çetrefilli hale getiriyor.
Bütün bu resme baktığımızda Avrupa siyasetinin gittiği yön bugünden belli demek yanlış olmaz. Önümüzdeki sene gerçekleşecek olan Fransa, Hollanda ve Almanya seçimleri sonucunda zaten normalleşmiş olan aşırı sağın artık iktidara geldiğini ve Avrupa genelinde siyasal hayata yön verdiğini göreceğiz. Aşırı sağın Avrupa'da en son siyasal hayata yön verdiğinde ise nelere mal olduğunu görmek için çok da uzağa gitmeye gerek yok.