CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu 31 Mart yerel seçimlerinden yaklaşık bir hafta sonra aday belirleme süreciyle ilgili olarak şu ifadeleri kullanıyordu: "Listede en düşük tanınırlığı çıkan Ekrem İmamoğlu'ydu. Yüz kişiden 16'sı tanıyordu. Fakat şöyle bir şey vardı: Tanınırlığı yüksek olan kişilerin karşıtlığı yüksekti. Tanıyorlar ve 'oy vermem' diyorlardı. İmamoğlu tanınmıyordu ama 'oy vermem' diyen yoktu."
Bu ifadeler CHP'nin 31 Mart'ta toplumda yer tutan bir aday yerine toplumda boşluk yaratma potansiyeli yüksek bir aday tercihini merkeze alan bir seçim stratejisi izlediğini ilan eder nitelikteydi. CHP seçim kampanyası sürecinde kusursuz bir şekilde bu stratejiye sadık kaldı. İmamoğlu'nun tanınırlığını artırmak için elinden geleni yaptı ancak bu tanınırlığın şahsi düzlemde kalmasına dikkat etti. İmamoğlu'nu şahıs olarak, kendi ifadesiyle "sevgi pıtırcığı" hüviyetinde herkes zamanla tanıdı. Ancak siyaseten nasıl bir çizgisi olduğunu hiçbir zaman öğrenemedik.
Toplumda hem kimlik hem de sınıfsal ayrışmaları temsil eden tüm sembolleri kucaklayan bir görüntü çizdi. Anıtkabir'i ziyaret etti peşinden Yeni Zelanda'daki camilere yapılan saldırıda hayatını kaybedenler için kameralar önünde Yasin okudu. Bir yandan semt pazarlarını gezip düşük gelirli vatandaşlarla kaynaşırken diğer yandan TÜSİAD'ı ziyaret edip büyük sermayenin İstanbul'un yönetiminde daha büyük bir rol üstelenmesinin önemine vurgu yaptı.
"Toplumun tüm kesimlerini kucaklıyor, bunda ne var?" diyenler çıkabilir. Toplumun tamamını kucaklamasında bir sorun yok, mesele bu toplumsal birlikteliğe bütünlük sağlayacak bir siyasi perspektif sunmuyor olması. Dikkatinizi çekerim "sunamıyor" değil, "sunmuyor" ifadesini kullanıyorum. Burada bilinçli bir tercihin söz konusu olduğunu düşünenlerdenim. Muhalif çevrelerde de benzer düşünenler, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti karşıtlığıyla körü körüne İmamoğlu'na destek verilmesinin ülkeyi sıkıntıya sokabileceğine dikkat çekenler yok değil.
Siyaset biliminden az buçuk nasibini almış birisi için CHP'nin İmamoğlu stratejisi iki anlam taşımaktadır: İmamoğlu ya tarih boyunca sıkça rastladığımız tipik bir demagog ya da siyaset-dışı aktörlerin güdümünde bir Truva atıdır.
Demagoglar kendilerini ya da kendi dar çevrelerini iktidara taşımak için toplumun hoşuna gidecek en tatlı sözleri bulup söylerler. Kendilerine çıkar sağlamak için insanları aldatmaktan çekinmezler. Elbette insanlar eninde sonunda kandırıldıklarını anlarlar. Ancak iş işten geçmiş olur. Çünkü demagoglar toplumsal düzene çok ağır hasarlar vererek tarih sahnesinden çekilirler.
Diğer seçeneği anlamak için ise iktidarın siyasi iktidarla sınırlı olmadığını hatta günümüzün küresel ve ekonomi-güdümündeki dünyasında iktidarın ağırlık noktasının daha çok ulusaldan uluslararasına ve siyasetten ekonomi alanına kaydığını görmemiz gerekir. "Küreselciler" olarak adlandırılan bu hakim iktidar odakları bir devleti ve siyaset kurumunu dışarıdan kuşatmakla kalmazlar. Aynı zamanda siyaset kurumunu milletin önüne bir "sahte Mesih" koyarak içeriden zayıflatmaya çalışırlar. Sahte Mesih toplumsal alanda boşluk yaratarak siyasi iktidarı zayıflatıp siyaset-dışı aktörlerin oyun alanını genişletme misyonu taşır.
Tüm bu tespitler şu anlama geliyor: AK Parti karşısında ilk defa gölgede mücadele eden bir siyasi figür buldu. İmamoğlu'nu güneşe çıkarmak için hatırı sayılır bir emek sarf edildiğini teslim etmeliyiz. İmamoğlu üzerine gidildiğinde çok büyük hatalar yapıyor ve yapmaya da devam edecektir. Hiç de sevgi pıtırcığı olmadığını herkes görüyor. Ancak bu mücadele stratejisinin istenen başarıyı getirmekten daha çok ters etki yaratması ve CHP'nin adayını büyütmesi de muhtemeldir. Arkasındaki büyük medya ve yazar-çizer desteğiyle İmamoğlu'nun bu zaaflarını çok kolay bir şekilde kapadığı ve hatta kendi lehine çevirdiğini görmekteyiz. İmamoğlu'nun asıl zaafı şahsında değil siyasette üretmeye çalıştığı boşluktadır.
AK Parti ne yapmalı?
O halde AK Parti siyasi mücadele stratejisini değiştirmeli ya da çeşitlendirmelidir. Bunu yaparken öncelikle İmamoğlu'nun siyasetsizliğini sorunsallaştırıp siyasi pozisyon almaya zorlamaya çalışmalıdır. Boşluk yaratan değil bir yer tutan siyasi figür haline getirmelidir. Tuttuğu yerin milletin kültürel kodlarıyla uyumsuz olduğunu ve millette bir karşılığının olmadığını 1950'den beri biliyoruz.
İkincisi ve daha önemlisi de İmamoğlu'nu var eden yapısal durumu ortadan kaldırmaktadır. Nedir bu yapısal durum? İmamoğlu millet ile AK Parti arasındaki bağların zayıflamasını kendi lehine çevirmiş gözükmektedir. İmamoğlu'nun beslendiği siyasi zemin tam olarak budur. AK Parti elitlerinin ve teşkilatlarının milletle bağları güçlendirecek ve arayı kapatacak pratikler üretmesi gerekmektedir. Unutmamak gerekir ki artık Türkiye'de siyaset kimin milletin "gerçek" temsilcisi olduğu mücadelesince belirlenmektedir. Karşımızda arkasına bürokratik oligarşiyi alıp millete tepeden bakarak siyaset yapan bir CHP yok artık.