Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Türkiye ittifakı açıklaması AK Parti siyasetinde yeni bir döneme mi giriliyor tartışmasını başlattı. AK Parti on yedi yıllık iktidarını iktidar olgusuyla olan ilişkisi bakımından –muhalefet ve iktidar pozisyonlarında olmak– kabaca iki döneme ayırabiliriz.
İlk dönem iktidar alanını Kemalist ideoloji ve aktörlerden boşaltma, devlet ile bürokratik vesayet arasındaki özdeşliğe son vermeyi kapsadı. Bu amaca uygun olarak liberal-demokratik bir siyaset dili kullanıldı.
İkinci dönem ise iktidar alanını AK Parti'nin muhafazakar demokrat ideolojisi ve aktörleriyle doldurma, devlet ile AK Parti arasında bir özdeşlik kurma süreci tarafından belirlendi. 2010 sonrasını kapsayan bu dönemde öncelikle medeniyetçi bir siyaset takip edildi. Toplumu oluşturan çeşitli birey ve toplulukların ortak bir medeniyetin çocukları olmaları dolayısıyla bir bütünlük oluşturduğu tezi işlendi. AK Parti liberaller ve Kürtlerin büyük kısmı başta olmak üzere birçok grubu yanında bulurken karşısında CHP-MHP bloku vardı.
Gezi kalkışması ve hendek siyasetiyle medeniyet siyaseti çöktü. Bunun üzerine kısa bir bocalama dönemi yaşandı. Hemen arkasından "yerli-milli" siyaset ortaya atıldı. Toplum bu sefer yerli-milli bir duruşa sahip olma ortak zemini üzerinden bir bütün olarak görülmeye başlandı. Terörle mücadele ve küresel güç odaklarına karşı verilen mücadele "beka sorunu" olgusuyla dile getirildi. AK Parti bu sefer yanında MHP'yi bulurken karşısında CHP ve HDP ile MHP'den kopan İYİ Parti'yi buldu.
Nasıl ki 7 Haziran 2015 seçimleri medeniyetçi siyasetin sonunu ilan ettiyse, 31 Mart yerel seçimleri ve ortaya çıkan atmosfer de yerli-milli siyasetin krizini ortaya çıkardı. Cumhur İttifakı'nı oluşturan AK Parti ve MHP iki koldan CHP-İYİ Parti-HDP arasındaki ittifakı beka sorununa dikkat çekerek engellemeye çalıştıysa da gerekli sonucu alamadı. PKK ile organik ilişki içerisindeki HDP metropollerde seçmen tarafından sorun olarak görülmedi. HDP seçmeni de Kemalizm'den temizlenen CHP'yi bağrına bastı. Sonuçta yerli-milli siyaset tüm toplumu kuşatma ve ikna etme konusunda sınırlarını görmüş oldu.
Tam bu noktada Türkiye ittifakı tartışmasının bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından başlatılması manidardır. Türkiye'nin hem içeride hem bölgede hem de uluslararası alanda bir kuşatmaya maruz kaldığı açıktır. Uluslararası alanda küresel finans ve sistemin bekçisi konumundaki ABD'nin AK Parti iktidarı üzerinde kurduğu baskı ortadadır. Sistemde Türkiye statüsündeki bir ülkeye çizilen sınırların aşılmasının sonucudur bu.
Bölgesel düzeyde ise İsrail, Arap Baharı sonucunda kriz yaşayan Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve Mısır gibi statüko güçleri ve yeni ortak arayışına giren Yunanistan, Bulgaristan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi gibi aktörler Türkiye'ye karşı birlikte hareket etmeye başlamış durumdadır. Türkiye'nin güçlenmesi ve bölgede nüfuzunu hissettirmesi tarihi tecrübelerin ışığında bu ülkelerin hepsini bir dengeleme stratejisi izlemeye ve cepheleşmeye yönlendirmektedir.
İç siyasette ise AK Parti'nin aşırı güçlenmesi yani devlet ile neredeyse özdeşleşmiş olması birbirine ideolojik olarak zıt birçok siyasi aktörü bir araya getirmiş durumdadır. Muhalefetin bu denli kenetlenmiş olması ve tek bir dil konuşmasının sebebi budur. AK Parti, içerisinde Kemalist, liberal, muhafazakar, sol ve milliyetçi grupları barındıran bir siyasi blokun kuşatmasına alınmıştır. 16 Nisan referandumundan itibaren somutluk kazanan bu blok tek bir siyasi parti gibi hareket etmektedir.
Bu üçlü kuşatmanın tüm düzeyleri şüphesiz birbiriyle etkileşim içerisindedir. Ve uygulanan kuşatma stratejisi en sonunda başarı elde etmeye başlamış bulunmakta ve sürekli olarak AK Parti'nin alanını daraltmaktadır. Burada amaçlanan öncelikle AK Parti'yi hizaya getirmek ve hem iç hem de dış politikada belli sınırları aşmamasını sağlamaktır. Bunun ileriki safhasını ise bildiğimiz haliyle AK Parti'yi ortadan kaldırmak, daha spesifik olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliğine son vermektir.
Bu şartlar altında beka sorunu üzerinden kurulacak bir siyaseti devam ettirmek çok doğal gözükse de istenen sonucu vermeyecektir. Bunun en temel sebebi "Beka sorunu hassasiyeti taşı" çağrısı yapılan yerel siyasi aktörlerin tam olarak bu sorunu yaratmaya çalışıyor olmalarıdır. Ülke güvenliğini tehlikeye atmayı göze alacak ölçüde AK Parti iktidarını kanatmanın peşinde oldukları açıkça gözlemlenmektedir. ABD ve küresel finansın körüklediği ekonomik sıkıntılarla rüzgarı arkasına alan muhalefet bloku, AK Parti iktidarının belli başlı zaaflarını görünür kılarak millet ile parti arasındaki bağı kesmeye yani kuşatmayı daha ileri bir boyuta taşımaya çalışmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında AK Parti'nin siyasetini ya da başka bir ifadeyle stratejisini gözden geçirmesi gerekmektedir. Beka sorununun sahici bir sorun olduğu konusunda şüphe yoktur. AK Parti 2001'deki kuruluşundan itibaren beka mücadelesi vermektedir. Mesele beka mücadelesinin doğru bir stratejiyle yapılmasıdır. Dolayısıyla AK Parti'nin değiştirmesi gereken şey siyasi hedefi değil bu hedefi gerçekleştirecek araçlar yani stratejisidir. Mevcut strateji AK Parti'nin kuşatılmasını engelleyememektedir. Çember giderek daralmaktadır. O halde alternatifler üzerinde düşünmenin tam zamanıdır.