Dünyanın koronavirüs (Covid-19) salgınıyla mücadeleye odaklandığı şu günlerde Ortadoğu'nun çatışma bölgelerindeki hareketlilik devam ediyor. Koronavirüs salgınının uluslararası sistemin yapısını, dünya ekonomisini ve devletlerin istikrarını nasıl etkileyeceği tartışmaları sürerken özellikle Libya'da sıcak gelişmeler yaşandığını belirtmek gerekir. BM tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile darbeci Hafter güçleri arasındaki çatışmaların seyri son bir aydır değişim gösteriyor.
UMH güçleri "Barış Fırtınası" operasyonu ile Trablus'un batı tarafında Tunus sınırına kadar uzanan sahil şeridindeki bölgeleri ele geçirdi. Bir sonraki hedefleri ise stratejik öneme sahip Tarhuna şehrinin alınmasıdır ve halihazırda kente operasyon hazırlıkları hızla sürmektedir. Elbette bu ilerlemenin sağlanmasında Türkiye ile Libya arasında Kasım 2019'da yapılan anlaşma sonrası verilen desteğin payı büyüktür. Sahadaki güç dengesinin önemli ölçüde değişmesine neden olan bu gelişme, Hafter'in arkasındaki aktörlerin de planlarını alt üst etmiş gözüküyor. Malum olduğu üzere, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) darbeci Hafter için tüm imkanlarını seferber ederek adeta Hafter'i cephaneye boğmuş durumdadır. Jet yakıtlarından hava savunma sistemlerine ve çeşitli ülkelerden toplanan askeri ekipmanlara kadar birçok askeri malzemeyi kurduğu hava koridoru ile Hafter'in hizmetine sunmuştur.
BAE ve Suudi Arabistan ekseninin Arap İsyanları ile birlikte başlayan ve bir türlü başaramadıkları Türkiye'yi sınırlandırma ve cezalandırma istekleri hızla sürerken, Ortadoğu'da Körfez'in bu iki şahin ülkesinin Türkiye'nin ayağına çelme takma girişimlerinin olmadığı yer neredeyse yok gibi. Yumuşak ve sert güç unsurlarını kullanarak Ankara'nın bölgede nüfuz elde etmesini engellemek öncelikli hedefleri durumundadır. Elbette BAE'nin Türkiye politikasının iki boyutu olduğunu vurgulamak gerekir. Biri asaleten kendi ulusal güvenlik önceliği olarak, diğeri ise vekaleten üstlendiği görevleri ifa etmek üzerine kurulu bir dış politika yaklaşımı diyebiliriz. Ancak vekaleten üstlendiği görevlerde edindiği stratejik yardımlar sebebiyle kendi güç kapasitesine pozitif yönde katkı oluşturduğu belirtilmelidir. Dolayısıyla bölgesel güç mücadelesinde, kendi ajandası dahilinde ancak ABD/İsrail eksenine bağlı bir güç projeksiyonuna sahip olduğu açıktır.
Bu bağlamda, Libya'daki son gelişmelere paralel olarak BAE ve Suudi Arabistan'ın Ankara'yı rahatsız etmek için harekete geçtiği görülmektedir. Medya, ekonomi ve diplomasi alanlarında üst üste hamleler yaparak Türkiye'nin önünü kesmeye ve bölgesel düzlemde baskı kurmaya çalışmaktadırlar. TRT Arapça ve Anadolu Ajansı'na erişim yasağı getiren Riyad yönetimine aynı düzlemde cevap veren Türkiye, BAE'nin Esed rejimi ile kurduğu ilişkiyi ise yakından takip etmektedir. Bunun yanısıra BAE'nin İdlib'te saldırılara devam etmesi halinde, Esad rejimine 3 milyar dolar finansal yardım vaadinde bulunduğu iddiası basına yansımıştır. Türkiye'nin dikkatini ve gücünü Libya üzerinden çekmeye çalışma girişimi olarak değerlendirilen bu teklif, aynı zamanda Abu Dabi ile rejim arasındaki ilişki boyutunu göstermesi bakımından da önem arz etmektedir.
Elbette bölgede birçok farklı alanda etkili olmaya çalışan BAE ve Suudi Arabistan'ın önünde bazı kısıtların olduğunun da bilinmesi gerekir. Koronavirüs salgını, Çin başta olmak üzere Asya ekonomilerindeki talep düşüşü ve üretici ülkeler arasında devam eden petrol savaşları ile yaşanan arz fazlalığı sonucu varil fiyatının çok düşük seviyeleri görmesi ciddi olumsuzluklar meydana getirecektir. BAE'nin şimdiden 7 milyar dolar tahvil ihraç etmesi ve Expo Dubai 2020'yi bir sonraki yıla ertelemeye çalışması örnek olarak gösterilebilir. Zira ekonomik kapasitesi güçlü olsa dahi, bölgedeki tüm maliyetlerin üzerine salgın ve petrolde yaşanan krizin eklenmesi BAE ve Suud ekonomisine son derece negatif olarak yansıyacaktır. Bununla birlikte Türkiye karşısında güç dengesi kurmakta zorlandıkları açıktır. BAE ve Suudi Arabistan'ın Türkiye'yi dengelemek adına, birçok aktörle aynı anda farklı alanlarda iş tutmak için gerekli olan diplomatik ve askeri beceriye sahip olduğunu söylemek zordur. Dolayısıyla, bu iki otoriter monarşinin agresif dış politikalarına balans ayarı yapmadıkları ve yükleniciliğini üstlendikleri görevlerin oluşturduğu maliyetleri iyi hesap etmedikleri takdirde karşılaşacakları sorunların domino etkisiyle katlanarak artacağı muhakkaktır.