Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Rusya ziyaretinin yankıları sürerken Türkiye, Rusya ve İran liderlerinin 22 Kasım'da Soçi'de tekrar bir araya gelecekleri duyuruldu. Suriye gündemi merkezli gerçekleştirilecek olan zirve oldukça kritik öneme sahip. Yıl içinde 13 defa telefonla görüşen Erdoğan ve Putin ikilisi altıncı yüz yüze görüşmelerini Soçi'deki zirvede yapacaklar. İki lider arasındaki yoğun iletişim ve görüşme trafiği aynı zamanda Türkiye- Rusya ilişkilerinin artık yeni bir düzleme taşındığının göstergesi.
İki ülkenin de temel önceliği Suriye meselesi ve taraflar uçak krizinin aşılmasının ardından Suriye'de birçok alanda beraber hareket ettiler. İki ülkede siyasi çözüm için en çetrefilli konulardan başlamak yerine güven artırıcı adımların önünü açmaya ve ortak hareket edebilecekleri noktaları öncelemeye karar verdiler. Bu adımlar beraberinde çatışmasızlık alanların oluşmasını ve müzakere ortamının rahatlamasını sağladı. Dolayısıyla Türkiye ve Rusya kalıcı iş birliği ve ilişkilerde istikrarın sağlanması açısından Suriye'de eşgüdüm içinde olmaya özen gösteriyor. S-400 alımı gibi oldukça stratejik bir boyuta taşınan ilişkiler bölgede model ortak olma potansiyeline sahip. Bununla birlikte ikili ilişkilerde temel olarak önümüzdeki dönemde iki kritik husus olduğunu da belirtmek gerekir: Astana süreci ve PYD sorunu.
Astana süreci
Rusya'nın Ortadoğu politikasında Suriye önemli bir mihenk taşı durumunda. Bu ülkedeki askeri üsleri ve varlığı ile bölgede gücünü tahkim etmeye çabalıyor. Bununla birlikte bölgenin en önemli iki aktörü olan Türkiye ve İran ile Astana sürecinde beraber hareket ederek aslında çok önemli bir kazanım elde etmiş durumdadır. Zira Astana süreci ile birlikte hem Suriye'de sahada belli bir uzlaşının sağlanmış olması hem de ABD'nin etkin olarak içinde yer almadığı dolayısıyla liderliğini rahatça sergileyebileceği bir mekanizmayı oluşturması Rusya için ciddi bir başarıdır. Bu bakımdan Astana sürecinin devam etmesi Rusya için oldukça mühimdir. İran'ın sınırlandırılması senaryolarının halihazırda oldukça revaçta olduğu bir dönemde bu mekanizmanın işlevsel kalabilmesi için Türkiye'nin desteği ve katkısının değerli olduğunun Rusya da bilincinde.
İdlib bölgesindeki çatışmasızlık alanlarının oluşturulması gibi olumlu sonuçların alındığı böylesi bir mekanizmanın genişletilmesi ve Suriye meselesinde siyasi çözüm için gerçekçi bir yolun bulunması açısından Ankara ve Moskova'nın temel öncelikleri farklı olsa da şu anki pozisyonları birbirine yakın. ABD'nin Suriye'de CENTCOM eliyle attığı her adım iki ülkeyi birbirine daha da yaklaştırdı. Özellikle Türkiye ile ABD'nin gerginleşen ilişkileri ve Suriye konusunda birbirine taban tabana zıt politikaları Rusya ile ilişkilerin gelişmesini tetikledi. Elbette Astana süreci Türkiye için de birçok kazanç sağladı ve askeri açıdan Ankara'nın eli daha rahatladı. İdlib bölgesine yapılan askeri sevkiyat böyle bir zeminde gerçekleşti. Dolayısıyla her iki aktör içinde Astana süreci çok kıymetli ve sonuç aldıkça ikili ilişkileri doğrudan etkileme potansiyeline sahip.
PYD sorunu
Türkiye ve Rusya arasında bir yandan Astana süreci işletilirken diğer yandan görüş ayrılıklarının devam ettiği konular da mevcut. Rusya'nın PYD politikası bunlardan biri. Suriye'de PYD ile ilişkileri oldukça eskiye dayanan Rusya'nın, bu örgütün tamamen ABD'nin kontrolüne girmesini istemediği çok açık. Bu açıdan ABD ile mücadelesinde PYD kartının elinden kayıp gitmesini arzulamıyor. Özellikle Afrin bölgesi üzerinden PYD'ye doğrudan mesaj verildiği söylenebilir. Fırat'ın doğusunda ABD'nin kontrolünde olan PYD'ye Afrin üzerinden ulaşmaya devam ediyor. Moskova PYD kartını aynı zamanda Türkiye ile ilişkilerinde zaman zaman bir kaldıraç olarak kullandığı da söylenebilir. Öte yandan Türkiye'nin temel güvenlik önceliği olan PYD'nin etkisizleştirilmesi ve Suriye'deki kazanımlarının silinmesi konusunda henüz net bir destek vermiş durumda değil. Bu açıdan Afrin bölgesine olası bir operasyona Rusya tarafının henüz hazır olmadığı ifade edilebilir. Gerek Münbiç'te gerekse de Afrin'de Türkiye'yi rahatlatacak adımların atılması Ankara ve Moskova arasındaki iş birliğini daha ileriye taşıyabilir. S-400 gibi stratejik bir hamle yapmaktan çekinmeyen Türkiye açısından bu yönde beklentilerin olması gayet doğaldır.
Bu noktada PYD'nin Rakka sonrası nasıl bir yayılma politikasına yöneleceği henüz belirsiz. Muhtemelen ABD'nin kendisine sağladığı imkanlarla etkinlik alanını ve gücünü genişletmeyi böylelikle kalıcı bir aktör olmayı hedefleyecektir. Rusya'nın PYD'yi bir araç olarak ABD'nin eline bırakmama stratejisinden ziyade Türkiye ile birlikte örgütün etkisizleştirilmesi pozisyonunu benimsemesi kısa ve orta vadede daha sağlam işbirliği temelini oluşturabilir.
Türkiye ve Rusya'nın güven esaslı yaklaşımları bölgede birçok alanda faydalı iş birliklerine kapı açabilir. Mevcut ilişkilerin daha ileriye taşınması elbette mümkün. Bölgede uzun vadeli ortak vizyonların oluşturulması ve iki tarafın da ilişkileri müstesna olarak görmesi bunun için olmazsa olmaz şarttır.