Suudi Arabistan'ın gerçekleştirdiği idamlar bölgesel gerilimi tırmandırdı. Arap Baharı ve İran nükleer anlaşması ile birlikte Körfez ülkelerinin yaşadığı güvenlik endişeleri göz önünde bulundurulduğunda gerilimin temel kaynağı bölgesel güç mücadelesine ve stratejik bir hesaplaşmaya tekabül etmektedir. Peki böyle bir stratejik hesaplaşmada Suudi Arabistan'ın bu taktiksel hamlesi nasıl okunmalı?
Birincisi, idamların zamanlaması oldukça önemlidir. Zira 25 Ocak'ta Cenevre'de BM nezdinde gerçekleştirilecek olan Suriye görüşmeleri öncesinde Riyad yönetimi hem İran'ı radikalize etmeye çalışarak Batı'ya İran tehdidinin boyutlarını göstermeye çalışmakta hem de görüşme masasında muhtemel İran etkisini kırmaya çabalamaktadır. Dolayısıyla Riyad yönetiminin son dönemde gerginliği tırmandırarak İran'ın agresif cevap üretmesini sağlama stratejisini benimsediğini söylemek mümkündür. Burada Yemen'e yönelik 'Kararlılık Fırtınası Operasyonu'nun da benzer şekilde nükleer çerçeve anlaşmasından hemen önce gerçekleştirildiğini hatırlamakta fayda var.
İkinci olarak, Batı başkentlerinde ve basınında DAEŞ ve El-Kaide ile mücadelede Suudi Arabistan'a yönelik eleştirilere karşı mesaj verilmiş oldu. Şii din adamı el-Nimr'in El-Kaide üyeleriyle birlikte idam edilmesi, Batı'nın güvenlik endişelerinin anlaşıldığının fakat Suudi Arabistan'ın da güvenlikle ilgili endişelerinin dikkate alınmasına dair bir beklentisinin olduğuyla ilgilidir.
Son olarak, Suudi Arabistan bölgesel düzlemde geleneksel İran tehdidine yönelik başta ABD olmak üzere küresel aktörler ile yaşadığı anlaşmazlığın tezahürü olarak kendi başına inisiyatif almaktan çekinmeyeceğini bir kez daha göstermiş oldu. Bununla birlikte İran ile yaşanan gerilim konusunda Riyad yönetiminin Körfez İşbirliği Konseyi içerisinde kendisine Umman haricinde destek sağladığını söyleyebiliriz. Ancak Yemen'de görüldüğü üzere bir çıkış stratejisinin planlanmamış olması durumunda ise muhtemel risklerin yakın vadede Körfez güvenliğini doğrudan etkileyeceğini belirtmek gerekmektedir.