Hollanda'da 2004 yazı... Yeni sezonun hazırlık kampında sahada futbolculuk günlerinden kopamayan, meşin yuvarlağa sevdalı bir teknik direktör var. Takımı kadar idman yapıyor her gün, frikik atıyor, kalecileri uzaktan avlamaya devam ediyor ve çift kale maçlarda kendini de oyuna atıyor. Röportaj için karşıma oturduğunda ilk sorum elbette "Üç yıl önce futbolu bıraktığına pişman mısın, en azından bir yıl daha oynayamaz mıydın?" oluyor. Hagi bir duraklıyor ve o hiç unutmadığım yanıtı veriyor: "Haftada bir maçı oynardım ama hafta içinde dört-beş gün idman yapacak kafam kalmamıştı. O idmanların yarısından kaçsam içim rahat etmezdi."
Madrid'de 2006 ilkbaharı… Futbolseverler Almanya'daki dünya kupası için gün sayarken, Real Madrid, Zidane'nın futbolu bırakacağı açıklaması sonrasında Fransız yıldıza vedaya hazırlanıyordu. "Neden?" diye sorduklarında cevabı kısa ve netti: "Bir yılda 60 maçı artık vücudum kaldırmıyor." Berlin'de finalde Materazzi'ye kafayı attı ve gitti Zidane…
İstanbul'da 2020 sonbaharı… 23 Ağustos'ta Lizbon'da Bayern Münih ile şampiyonlar lig finalini oynayan Paris Saint Germain, bu kupanın yeni sezonunda gruptaki ikinci maçı için İstanbul'a geliyor, kadroları geniş ama takım sakatlıklardan kırılmış durumda. Fransa ligi, pandemi yüzünden yarım kalmış, diğer liglerden 11 maç eksik oynamış olmalarına rağmen Paris Saint Germain'in çıktığı maç sayısı 50'nin üzerinde, ki kadronun büyük bir çoğunluğu milli takımlarında da oynadığından biz buna 60 diyelim... Mbappe de öyle dedi zaten. Muhabir "Yeni sezonun 10. maçı…" diye sorusunu sormaya hazırlanırken Fransız yıldız lafını böldü: Hayır yeni sezonun 10. maçı değil, geçen sezonun 60. maçı. Çünkü hiç dinlenmedik…" Mbappe haklı... Her hafta neredeyse iki-üç futbolcunun uzun sürecek sakatlıklar yaşadığı bu sonbaharda, en çok da o idmanlara çıkan, her maç 10 kilometrenin altında koşarlarsa eleştirilen oyuncular haklı. Toni Kroos'un dediği gibi futbolcular birlik olabilse Avrupa Uluslar Ligi için bu sonbaharda üç ara verilmez, milli takımlar sekiz-dokuz maça çıkmazdı… FIFA ve UEFA uzun yıllardır oyunun aktörlerinin insan olduğunu unuttu. Daha çok maç diyen global sponsorların derdi elbette ki her maçta bir formanın göğsünde, bir panoda televizyon ekranında görünmek.. Evet dünyanın en popüler oyunu futbol, evet pandemi döneminde milyarlarca insan, Belarus liginde iki dakikasına katlanamayacağı bir maçı yeri geldi 90 dakika izledi ama ya sonra?..
BİZ HER PAZAR ÂŞIK OLURUZ
İtalyanlar, 10 lig maçının altısını pazar günü yerel saatle 15:00'te oynatırlar. Yıllar önce taraftar olmayı tarif eden, futbol tutkusunu anlatan güzel bir reklamın sloganı vardı: "Biz her pazar âşık oluruz." Bir hafta beklerdin sevdiğini ve her gördüğünde o iki rengi, sahada bir kez daha âşık olurdun.. Oyun çok zamandır böyle değil, teknoloji sayesinde dünya da.. Z kuşağı artık sadece kendi ülkesinden bir takıma âşık değil, her ülkeden sevilecek, takip edilecek, transferlerini, taktiklerini tartıştıkları bir takımları var. Artık haftanın yedi günü futbol var. Hafta sonları ekran başına oturduğunda kesintisiz gece 01:00'e kadar izleyeceğiniz maçlar var ekranda... "İzlemezsin, olur biter" diyebilirsiniz ama ya oynayanlar, kenardaki teknik adamlar, bir takım için emek harcayanlar… "Çok maç var" tartışması 2020'de ortaya çıkmadı elbette. FIFA ve UEFA, 200 ülkede vizyona giren büyük bütçeli bir Hollywood filmi sanıyor futbolu… Oysa ki futbol, o film gibi banttan değil… "Her yerde maç var" kulağa hoş gelebilir ama çok sevmek ile bıkmak arasındaki görünmez çizgi çoktan aşıldı bile… Üstelik tüm bu maç sağanağı, virüs yüzünden kırılganlaşan, pozitif çıkan testlerinin ardından karantinaya girip idman yapamayan, çok değil yedi ay önce iki ay boyunca evlerinde oturmak zorunda kalan futbolcuların üzerine yağıyor… Sırılsıklam oldular ve bu acı gerçek, yağmur yağdığında kahveyi alıp pencere kenarına oturup dışarı izlemenin tatlı tarafıyla karşı karşıya geldiğinde sadece bedenler değil akıllar da sakatlanıyor…