Kıran kırana geçen bir sezon aslında çok da uzun zaman önce sona ermedi. Galatasaray'ın önce şampiyonluk sonra Türkiye Kupası'nın kaldırmasıyla kapanan sezonun ardından yine Galatasaray'ın aldığı Süper Kupa ile yeni sezona merhaba dedik. İkisinin arası ise yıldızların uçuştuğu yaz gecelerinde taraftarın yaşadığı "Kimi transfer ediyoruz?" heyecanıydı. Futbolda dün yoktur, kupaları alan da uzaktan bakan için de amaç yeni sezona en iyi ve güçlü kadroyu kurmaktı. Acar muhabirlerin transfer haberleri, kulüplere yakın olduğunu iddia eden duyumcuların sosyal medyadaki spekülasyonları derken yıldızlar yağmaya başladı Türk futboluna. Tamam kabul, bu bir ilk değil, geçmişte bu ülkeden Hagi, Taffarel, Roberto Carlos, Anelka, Guti gibi biyografileri 300 sayfalık efsane isimler geçti ama bu yaz başka bir yazdı işte. Beş yıl önce bu köşede bir gün Süper Lig'de van Persie, Mario Gomez, Nani, Podolski forma giyecek desem, yazının geri kalanını ciddiye almaz, okumazdınız ama geldiler işte. Üstelik Galatasaray ve Beşiktaş'ın UEFA'nın Finansal Fair Play kurallarını ihlal ettikleri için gözaltında oldukları transfer sezonunda... İngiltere, yayın ihalesi ve sponsorluklardan dolayı bir başka hikaye. Kıtanın, Ada ile ekonomik verilerde aşık atabilmesi mümkün değil. İspanya'da Real Madrid ve Barcelona gerçeğinin arkasında ise ülkenin vurgun yemiş ekonomisi altında ezilmiş takımlar var. İtalyanlar, tribünleri boşalan eski stadyumlarına taraftarı çekebilmek için çabalıyor ama ülkenin endüstri devi Agnelli Ailesi'ni arkasına alan Juventus'un dört sezondur arka arkaya şampiyon olduğu Serie A'da Milano ekipleri, Uzakdoğulu yeni patronların sıcak parası olmasa bu sezona da umutsuz gireceklerdi. Fransa'da Katar sermayesiyle kulüp tarihini yeni baştan yazan Paris Saint Germain, Almanya'da kendini tehdit eden tüm balıkları bir bir yutan ligin köpekbalığı Bayern Münih gerçeği de ortada. İspanya ve İtalya'nın yüzde 25 işsizlikle boğuştuğu, Yunanistan'ın var olma mücadelesi verdiği hayatın futbol sahasına bakan tarafında kabul edelim bu transfer döneminde 'çok olduk' biz. Bir adım geriye çekilip bakıldığında İspanyol bir gazetecinin dediği gibi bizim ligimiz 'fil mezarlığı'na da dönmüş olabilir. Avrupa'nın beş büyük ligindeki hikayelerine son noktayı koyan ve 30'unu geçtikten sonra Türkiye'ye gelen kariyerleri heybetli isimler. Bir tarafta Çin ve Katar'ın Avrupa'da ücretlerin üç katını verdiği, diğer tarafta rüya gibi hayatıyla ABD'nın büyüttüğü futbol sevgisini aşıladığı yıldızların yanında Van Persie, Podolski, Mario Gomez gibi isimler neden Türkiye'yi tercih etti? Bunu sadece Avrupa'ya göre düşük vergi oranları ve yüksek ücretlerle açıklayabilmek mümkün değil. Payı var mı var ama Türkiye, tribünleri, sokaktaki futbol sevgisi, medyası ve köklü kulüpleriyle bu yıldızların doğdukları evlerinden 2-3 saatlik uçak yolculuğu uzaklığında bir futbol cenneti. Boğaz'a nazır bir villada oturup, Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi maçlarına kim 50 bin kişilik ateşli taraftar karşısında oynamak istemez ki? Yabancı yasağının kalktığı ama geçen sezona göre de yabancı sayısının, transferin bitimine iki hafta kala düştüğü, yaş ortalamasının 26, en değerli takımın bu sezon itibariyle Galatasaray değil Fenerbahçe'nin, en değerli oyuncunun Muslera olduğu, toplam oyuncu değerinin 1 milyar euro'yu, futbolun yarattığı ekonominin 5 milyar euro'yu aştığı bir ligimiz var. Spor servisinden Taner Karaman'ın istatistiklerine baktığınızda bol bol rakam göreceksiniz ama bu oyunda son sözü ne rakamlar ne euro'lar, ne de istatistikler söyler. Futbol çokça yürek işidir, takım olma meselesidir ve bazen direkte patlayan bir top sezonun özetidir. Oynayan, yöneten, anlatan, izleyen ve akıldışı bu tutkunun peşinden koşan herkese selam olsun.