Afganistan dediğin hem uzak hem çok yakın. Bir kere dünyaya Müslümanlığın hoşgörülü sesini duyuran Mevlânâ'mızın doğduğu toprak. İdrakleri açmak için bir zaman makinesi icat edip 16. yüzyıla gidecek olsak hepimizde şafak atar, onu diyorum!
Her taraf Müslümandır o çağlarda. Bir tarafta Osmanlı, bir tarafta Safevî'ler. Diğer tarafta Afganistan, Hindistan, Babür İmparatorluğu. Afrika. Kıtalar...
Sanat, kültür, mimari, bilim patlamış havai fişekli bir şenliğe dönmüştü. Her mezhepten her meşrepten düşünürler kitap yazıp duruyorlar, ilim yayılıyordu. Sünni, Şii alimler birlikte çalışıyorlardı. 13. yüzyılda kökleri sağlam atılan İslam Rönesans'ı ürünlerini veriyordu.
Henüz "En çok ben bilirim siz bilmezsiniz" diyen nobran dil bu denli uzamamış, zorlamacı kaba bir laiklikle hırpalanmış zihinlerimizde bu kadar itibar görmemişti.
***
Batının bütün amacı Osmanlıyı, Batıya direnen en büyük gücü parçalayıp yıkmaktı. 1. Dünya savaşının özeti buydu. İttihat ve terakki bütün tuzaklara düşmüş, Osmanlı aydınları meseleyi analiz edememişlerdi. Kendi medeniyetlerinin problemlerini çözememiş, öz felsefesiz bir batı hayranlığıyla zayıflamış ve samimi olduğu söz götürmez direnişlerinde yenilmişlerdi.
Ondandır İmparatorluğun kalbinde, Anadolu'da büyük fedakarlıklarla bir ülke kurmak, aynı zamanda o travma koşullarında başımızı sokacak bir kale kazanmaktı. Yoksa son yüzyılda koskoca bir medeniyetten kurtarabildiğimiz toprak parçası, Anadolu değildir sadece idrakimizi var eden!
Somali'den Cezayir'den İran'ın içlerinden Arabistan'dan gelen biz Osmanlı torunlarıyız, biz Türk'üz sesine kulak verebilirsek meseleyi kavrayabiliriz.
Bu asla yeni bir Osmanlı hayali değildir. Koskoca bir dünya imparatorluğunun dipten dibe işleyen manevi definesidir.
"Gömdük" dedikleri organizmanın sesidir bu. Televizyona çıkan Afganlar ondandır Osmanlı kelimesini hiç komplekse kapılmadan terennüm ediyor. Özbek, Hazar Türküyüz diyorlar...
***
16. yüzyıla tekrar geri dönersek kıtaların Müslüman imparatorluklarını Türk ailelerin yönettiğini de söylemeliyiz. Safevîleri, yani İran havalisini Türkmenler, Haydarî şeyhleri yönetiyordu. Afganistan, Hindistan ise yine Türk hanedanlar tarafından.
Hülâsa savaşlar Türkler arasında çıktığı an medeniyet zayıfladı desek sanırım yanlış olmaz.
Tarihi anlama çabamızı zorlama milliyetçiliklerle değil akıl ve izan sahibi eleştiriyel yüksek bir açıyla yeniden kurgularsak, Yavuz Sultan Selim bir başka Müslüman Türk'ün üstüne, Şah İsmail'in üstüne yürüdüğü zaman batıdaki saraylarda, kiliselerde, şatolarda şenlikler düzenlendiğini, büyük partiler verildiğini düşünebiliriz...
Müslüman Türkler batıyı rahat bırakınca 16. yüzyıl batı için mühim bir yüzyıl olmuştur. Payitahtın Frenk diyarını fethe hazırlanan ordusunu doğuya döndürenler ise selefi Kürt liderlerdir. Öylesine ısrar etmişlerdir, öyle şeyler sunmuşlardır ki sarayı ikna etmişlerdir. Bu da tarihin bir başka cilvesidir. Bir sultan çocukları öğretmeni, ünlü müderris İdris-i Bitlisî bu noktada siyaseti belirlemiş, Osmanlının yönünü doğuya çevirmiştir.
Diğer taraftan aynı yüzyıl batı Rönesans'ının, aydınlanma denen materyalist uygarlığın temellerinin atıldığı yüzyılıdır. Osmanlının Avrupa'yı fethetmesinin önüne geçildiği yıllar Avrupa'nın ayağa kalkışının yılları olmuştur.
***
Bunları bilmeden ve Babürler, Safevîler, Osmanlı üstüne resmi tarihin sinirini bozan sorular sormadan...
Aynı 16. yüzyılda, önceden işgal edilmiş İspanya-Endülüs topraklarında Müslümanlara karşı girişilen toplu kıyımı, bir ayak izi, bir cami kalmadan tüm medeniyetin yakılıp yıkıldığını bilmeden...
Sadece ili kemiği sömürülmüş, çökmüş bir Afganistan'ı değil, esas olarak kendimizi, kimliğimizi, kim olduğumuzu da...
Anlayamayız...