Bir alışkanlıktan, bir hayat tarzından, ama esasen bir düşünme ve algılayış hâlinden vaz geçmek öyle kolay değil.
Kadim dinlerin ve veya kişisel gelişim diye tanınan çağ modası seküler arayışların şekil şartlarının bıdı bıdı tekrarlanmasıyla olacak iş de değil bu… Televizyon vaizleri kadar, atar-tutar şedit konuşmacı prototipinin bize gösterdiği beyhudelik her zaman acıklı. Çünkü insanın kalbine dalmayan her ruh bilimi, her kategorize etme çabası eninde sonunda bir tür faso fiso seviyesine inmekten kendini kurtaramaz.
Freud'un Tanrı'yı öteleyen çalışmasının geldiği nokta, bugün önümüzde faili meçhul bir cinayetin yıllar sonra bulunmuş çürük iskeleti gibi duruyor. Nedir?
İnsan kötüdür, içi kötüdür, cinsellik asıldır, falan da filan… Aydınlanmanın abartılmış sosyal bilimi bunca yıl sonra insanın manevi yapısını anlamamızda bize vülgarize edilmiş, basitleştirilmiş, mekanik ve tekdüze ezberlerden başka ne bıraktı?
Bıraka bıraka ruhumuzdaki çatlakları onarmaya yetmeyen bir takım renkli haplar ve trilyarder edilmiş pür kapitalist bir ilaç sektörü bıraktı.
İnsanı anlamak, yaradılışı ve dünya imtihanını anlamak demek aynı zamanda…
***
Dinlerin özü bize manevi yol haritasını söylemiş durmuş. Buyurun bir büyük İslam Bilgesinin, Şems'in sözlerini bugüne getirelim:
"Ey iman edenler Allah'a Nasuh tövbesi ile tövbe edin… Bazıları bu Nasuh sözünün yorumlanmasında 'nefse dönmeyen şey' demişlerdir.
Bu hoş bir deyimdir.
Bazılarına göre Nasuh, yüzü kadın yüzüne benzeyen, çok güzel bir adammış.
Ama tam bir erkekmiş. Erkekten hiçbir eksik yanı yokmuş, derler.
Kadınlar hamamında tellallık edermiş.
Otuz yıl bu işte çalışmış. Bir gün sultanın kızı hamama gelmiş, kulağındaki büyük yakut küpe kaybolmuş. Farkına varınca bunun hamamda kaldığını anlamışlar, çavuşlara emir verilmiş, hemen gidin hamamda hiçbir delik kalmayana kadar araştırın, denilmiş.
Çavuşlar hamamın her tarafını sarmışlar, arama başlamış.
Nasuh ise hamamın gizli bir köşesine sinmiş, korkudan titremeye başlamış. Bilirmiş ki sultana en çok yaklaşan odur ve finalde kabak onun başında patlayacaktır.
Şimdi sıra bana gelecek, diye sızlanıyor, arka arkaya secdeye kapanıyor, Tanrı'ya söz veriyor, eğer bu işten yırtarsam bundan sonra bütün ömrüm boyunca kadınlar hamamında tellaklık yapmayacağım, sana sığınarak söz veriyorum. Eğer şu belayı benim sırtımdan alırsan, bundan böyle Nasuh kulun bir daha bu günahı işlemez, diyormuş.
O tam böyle yakarış halindeyken içerden bir ses gelmiş, 'her tarafı aradık bir tek Nasuh kaldı, tez bulun onu, alın ızgaraya, itiraf ettirin!' Tam bu sırada arkadan biri seslenmiş, 'küpe bulundu, küpe bulundu…' Arayanlar bir lahavle çekmişler, Nasuh hakkında kötü düşüncelere saptık, diye üzülmüşler. 'Bari gelsin de sultanın kızına masaj yapsın, kız da zaten bu kadar gerilimden sonra iyice bir ovulmak ister.
Çağırın şunu!' Nasuh'u çağırmışlar. O güzel adam gelmiş ve şöyle bir cevap vermiş: 'Yolda gelirken düştüm, elim kırıldı, yanıyor, beni affedin lütfen..." Devam ediyor Şems:
"Peygamberin yoldaşları tövbe ederlerdi, yine bozarlardı. Buyurdu ki, Nasuh tövbesi ile tövbe edin, ki o tövbe 30 yıl yaşar, hiç geri dönmez."
***
Herkes bir şeye tapar. Kimi güzele, kimi paraya, kimi mevkie düşkündür. İşte benim ilahım budur, derler. İbrahim peygamber gibi "Ben batan şeyleri sevmem," diyemezler. Meseleyi bilirsiniz, herkes bilir ama seküler ortamlar ecnebi kalmasın diye biz yine hatırlatalım.
Güneş de yıldızlar da insanlar da dünya da gün gelir batar. Batmayan sadece O'dur.
Bir de vakti zamanı gelmeyince bütün tövbeler boştur…
***
Meraklısına: Şems-i Tebrizî, Makâlât (Konuşmalar)