Türkiye ayaklarının üstünde dikilir, geçmişiyle barışır, bir dünya devleti olmaya karar verdiğini politik ve askeri atılımlarıyla belli ederken...
Ülkenin düşünce yapısı, kültürel motivasyonları önem arz ediyor.
Bu noktada tarihe bakmalıyız.
Anadolu coğrafyasının dini, kültürel, sosyal ve hatta siyasi tarihi ilham almak için birebir.
***
13. yüzyılda Anadolu Selçuklu Devleti dev bir saldırı altındaydı. Çok güçlü bir askeri güç, bütün gücüyle vurup duruyor, düzen bozuluyordu...
Haçlıların akını engellenmişti ama Moğol istilasının, kıtlık isyanlarının tahribatıyla dağılma sürecindeki milleti toplayan ve İslam irfanını yayarak birlik şuurunu yenileyen Anadolu bilgeleri olmasaydı durum fecaatti.
O yaralı vakitlerin iki bilgesi
Mevlânâ (1207-1273) ve
Yunus Emre (1240-1320) Anadolu insanını birbirine 'İrfanla' yapıştırdı!
Yaşadıkları sancılı dönem itibarı ile özellikle bu iki mutasavvıfın fikirleri Türk İslam tarihi ve medeniyeti açısından ciddi görevler icra etti.
Hâlbuki vahşi Moğol saldırısından önce Selçukluların her alanda uyguladığı politikalar sonucunda ülke, sadece Müslümanlar için değil gayrimüslimler için de mutlu ve ferah bir vaha haline gelmişti. Bundan başka Selçukluların üstlendikleri misyon neticesi İslam dünyasının öncüsü ve birleştiricisi oldukları aşikârdı.
Selçuklu yöneticileri, ülkeye gelen pir Ahmet Yesevi muhiplerine, ilim, irfan ehli, kalp gözü açık dini önderlere saygı göstermiş, onları rehber kabul etmişlerdi.
Sultanlar, insan-ı kâmillere, düşünürlere hürmet etmiş, sarayların kapılarını onlara açmıştı.
Siyasiler, bilgelere göstermiş oldukları hürmetin, sevginin yanında fethettikleri yerlerde zengin vakıflar tahsis etmişlerdi.
İşte bu üstün medeniyetin kollarında büyüyen bilgelik okulları, istila sırasında acıdan yılmış kişilere kalp ilimlerini öğretiyor, şahsiyet, fazilet ve direniş ruhu kazandırmaya çalışıyordu.
Böylece toplumsal yapıyı etkileyebilecek savrulmuş bireyler, sosyal hayata yüksek bir ahlakla dâhil oldular.
Yağmaların, şiddetin, açlığın ve siyasi kargaşanın bunalıma sürüklediği Anadolu halkının, adı anılan kılavuz kişiler sayesinde sosyal bir nevroza düşmesi engellendi. İlahi bir yardım gibi Anadolu sathına yayılan Mevlânâ, Yunus Emre, Ahi Evran, Hacı Bektaş sayesinde insanların gönül dünyaları aydınlanmış, sıkıntıya sürüklenmiş olanlara Allah'la şereflenme şuuru verilmişti.
***
Eserlerinde ayrılıklardan, çatışmalardan, benliklerden, hırslardan uzak, hoşgörülü bir yaşam tarzının özendirildiği görülür.
Bu yüzden Yunus'un şiirlerindeki asıl hedefin fert ve toplum bazında gerçek barış, huzur ve kıvanç olduğu bellidir. Bahse konu düşünce, kaynağını Kuran ve sünnetten aldığı için de bu topraklarda yüzyıllardır baş tacı edilmiştir.
Sonuç olarak, o zor günlerin çok yönlü ve ağır problemleriyle karşı karşıya kalan insanlarına; İslam inancı mucibince, kişinin maruz kaldığı her durumda 'muhasebe yapması' gerektiği serdedildi.
Kişiler ve toplumlar kendilerini değiştirmedikçe, Allah'ın da onların halini değiştirmeyeceği gerçeği, bir 'özeleştiri yapmanın' kaçınılmaz olduğu anlatıldı.
Anadolu toprağının en dinamik şahsiyetlerinden olan Mevlânâ ve Yunus Emre'nin, o karanlık yıllar açısından bakıldığında dönemin insanları için manevi birer 'kandil' vazifesi yaptığını söyleyebiliriz.
13. yüzyıldan bugüne etkilerini azaltmadan, aksine çoğaltarak sürdüren Mevlânâ ve Yunus, farklı algılanıp anlatılsa da aslında İslam'ın tam merkezinde ve birbirini tamamlayan bir muhtevaya sahiptir.
Eserlerini baştan sona okuyan her basiret sahibi, bu hakikati idrak edecektir.
***
An itibariyle.
Bin türlü badireden geçip, yaralarımızı sarıp, kollarımızı çelik gibi birleştirdiğimiz günlerdeyiz.
Çağın 'yeni Moğolları' üstümüze gelir, direncimiz karşısında sendeler ama İslam'ın bu son öncüsüne tuzak kurmayı asla bırakmazken...
Kadim bilgeliğimizin kudretine her zamankinden fazla ihtiyacımız var.
Şah damarımızdan konuşan ve anamızın ak sütü kadar helal bir miras bizi bekliyor.