Modern insan, hafızası silinmiş bir varlık. Kendini seçkin hissedenlere bakarsanız sokak hayvanlarına kötü davranmak eskinin, avamın, giderek 'cahil halkın' alametifarikası.
Hayvanseverlik ise modernlik!
Ne büyük yanılgı...
En iyisi Osmanlı'yı ziyaret eden ecnebilere kulak verelim. Mesela 1835, Feldmareşal Kont Motke şöyle yazmış: "Türkler hayırseverliklerini hayvanlara karşı da gösterirler. Üsküdar'da kedi hastanesi, Beyazıt Camii'nin avlusunda güvercinler için bakım yerleri vardır. Evlerde asla köpek bulunmuyor, fakat bu sokak sakinlerinin binlercesi fırıncıların, kasapların sadakalarıyla rahat bir hayat yaşıyor."
Sultan III. Mustafa zamanında İstanbul'da bulunan Fransız Baron de Tott şunu not almış: "Boğaz'da üstü açık teknelerle taşınan buğdaya hücum eden kumrular asla rahatsız edilmez. Dindar Türklerin kedileri koyun ciğeriyle beslemesi beni hayranlığa gark etmiştir."
Avusturya İmparatoru II. Rudolf'un elçisi Baron Wratislaw: "Türkler aldıkları yiyecekleri köpekler arasında eşit dağıtır, kedilerin de paylarını unutmaz. Kuşları satın alarak azat etmek orada bir gelenek."
Polonyalı seyyah Simon, vahşi hayvanların kışın telef olmamaları için dağlara yiyecek bırakan vakıflardan bahseder...
Köpeklerin şehirden sürülmesi, şehri 'ötekilerden' ilk temizleme girişimi Batılılaşma'nın ve Tanzimat Fermanı'nın mimarı Sultan II. Mahmut döneminde görülür.
Gerçi o tarihte sokak köpeklerinin sayısı 60 bine yükselmiş, bir İngiliz asilzadesi saldırıya uğrayarak, ölmüştür!
İngiliz hükümeti nota verir. Bunun üzerine köpekler Sivri Ada'ya bırakılmak için bir gemiye toplanır. Fakat yolda fırtına çıkar, gemi geri döner. İstanbul halkı padişaha başvurur ve bu işten vazgeçilir.
Sultan Abdülmecid döneminde yine köpekler toplanır, Sivri Ada'ya gönderilir. Ne var ki o gece şehirde yangınlar çıkar. İstanbullular bunu sürgüne bağlar, nümayiş yapar. Mahalle sakinleri geri dönünce, günlerce şenlik yapılır. Hatta bunun sonucunda patlayan Kırım Harbi için "Köpeklerin ahı tuttu" denir!
"Köpeklerin en çok sevildiği ülke hangisidir? Türkiye. Orada onların hepsine uygun olup olmadığına bakmaksızın yemek veriliyor. Hamile sokak köpeklerine doğum yapmaları için evlerin önünde ot veya samandan yatacak yer hazırlanıyor. Camiden çıkıldığında peksimet dağıtılıyor."
19. yüzyılın ünlü seyyahı Edmond De Amicis 1873'de şöyle anlatır: "İstanbul kocaman bir köpek harasıdır. Köpekler, şehrin ikinci nüfusunu oluştururlar! Onlar kocaman bir bedavacılar cumhuriyetinde bir araya gelmiş durumdadır, ne tasmaları, ne sahipleri, ne de kanunları vardır. Hiç kimse onların işine karışmaz..."
Geleneksel dönemde itikatlı bir şefkatin korumasındaki sokak hayvanlarından modernleşmeyle birlikte utanılır, süfli görülür.
Çünkü bir İstanbul'u Avrupa şehirlerine benzetme histerisi, Modernizmin şah damarı sterilizasyon, yani 'tek tipleştirici bir temizlik' rüzgârı esmeye başlamıştır!
İşin sarsıcı tarafı II. Abdülhamit döneminde köpekler en rahat dönemlerini yaşar. Padişah hayvancıklarla uğraşmak yerine kuduz hastalığı ile mücadele için dünyanın üçüncü Kuduz Enstitüsü'nü kurdurur...
Bu anlayış Meşrutiyet'in ilanı ile sona erer. Talat Paşa'nın Dâhiliye Nazırı Suphi Bey'in İstanbul Şehremini olduğu 1910 yılında bu kez kesin bir tehcir kararı alınır. İttihat Terakki, Avrupai görünmek istemektedir.
O sırada Avrupa'da parfüm ve kimya sanayi için katliam çoktan başlamış, sokaklarda tek köpek kalmamıştır! Fransızlar bizimkilere bir öneri getirir: "İstanbul'un köpeklerini bize satın!" Anlaşma imzalanır. Ancak halk direnir. Kanun gücüyle köpekler toplanırken, baskın yapar ve Fransa'ya gönderilmek için Tophane'de bekletilen binlerce köpeği kurtarırlar... Ancak hükümet ısrarlıdır. 80 bin köpek metazori getirilir, başlarına asker dikilir.
Fakat Fransızdan bir türlü ses çıkmaz! Hayvanların beslenmesi sorun olmuştur, hükümet köpekleri bedava vermeye razı olur. Fransa'dan yine çıt yoktur! Sonunda 80 bin köpek Sivri Ada'ya nakledilir. Orada hepsi açlıktan ve susuzluktan ölüme terk edilir.
Uzun süre birbirini paralayan köpeklerin ulumaları işitilir. Yıllarca şehrin kıyılarına katliamın kokusu siner.
İşte o adanın adı halk lisanında bugün bir ibret nişanesi olarak, 'Hayırsız Ada' olarak geçer...