Yaşadığım yazlık yerde internet, köprü kesildiğinde şırak diye kesilince. "Ahir ömrümüzde yine mi, bu kaçıncı be kardeşim?" diye geçti aklımdan. Bazı kafelerde gizlenmeyen bir sevinç görülüyor, uzaktan onuncu yıl marşları geliyordu. O sırada Cumhurbaşkanı'nın çağrısını televizyonlardan duyanlar şehirde, caddeleri doldurmuş, havaalanına yürüyordu...
12 Eylül 1980, bu kez FETÖ kılığında gelmek istemişti. O darbenin ardından neler olduğunu biliyordum. Herkesi toplamışlardı. 500 bin kişi gözaltına alınmış, yüzlerce kişi asılmıştı. Genç kızların arına, erkeklerin namusuna tasallut edilmiş, binlerce insan yıllarca kaçak, benim kuşağım o günden bugüne "sürekli darbe altında" ve o travmayla yaşamıştı...
Darbe Koalisyonu, bu kez 12 Eylül'ü vahşette kat kat geçen bir işgal ordusu gibi saldırdı.
Ve "yapamazsın!" diyen ortak bir mutabakat karşısında rüsva oldu, yenildi...
15 Temmuz bir halk direnişiydi. Halk bu kez kimseyi cuntacılara vermedi. Çıplak göğüsleriyle tankları durdurdular, nasırlı elleriyle namluları büktüler.
Birilerinin cebinde olduğu sittin senedir bilinen tutuklanacaklar listelerini yırttılar, cinneti bitirdiler.
Darbeye tiyatro diyen entel dantel takımı ve dizi oyuncuları denen zil zurna cahillerin bu demokratik zaferi küçültme girişimi, tekbir getirdiler, kafa kestiler tezviratı tam da bu yüzdendi.
Çünkü "Batıcı-sol" hiçbir zaman darbelere karşı koymamış, üç beş delikanlı dışında sınıfta kalmış, izzeti nefsini satmış, o günden bugüne kışlaların önündeki teslim kuyruklarında yaşlanmıştı.
Daha düne kadar hakaret ettikleri "Karakafalar, Zenciler" tankların önüne yüreklerini koyunca, İslamofobik sol kültürün boş gösterişine ilişmiş son maskesi de düştü. Kendilerinin asla yapmadığını halk yapmış, Yunanlı Sosyalistlerin bile hakkını verdiği vakur bir destan yazmıştı.
Darbecilerin yaka bitleri olarak laf ebeleri, işte o yüzden senaryo dediler. Çünkü salavat getirerek F16'lara karşı yürüyen insanlardan "Çav Bella" söylemelerini değil, yenilmelerini bekliyorlardı!
Tekbir'den rahatsız olan T24 yazarı Oya Baydar'a, İskenderun'dan Kenan Gazel şöyle bir yanıt verdi:
"Ben de eski bir İGD'liyim (İlerici Gençler Derneği) Oya Abla. Genç yaşımdayken köşesinde yazdığın Politika gazetesini sadece okumaz, aynı zamanda ölümü göze alarak sokaklarda satmaya çalışırdım. Çünkü inanıyordum. Tekbir getirenlerin arasında her gece ben de varım. Ama hiç tırsmadım. Evet inançlı değilim ama tekbirler bana güven veriyor. Çünkü bu insanlar başkaları gibi postal yalamayı sevmiyorlar!"
Sokaklarda Sünni, Alevi, laik, anti-laik yoktu, Türkiye vardı. Salâlar her kalbe vurdu, senin için "Ölürüm Türkiye'm" diye ağlayanlar "Ya Allah Bismillah Allahuekber" nidalarıyla katillere kelepçeyi taktı...
Esenler'den Filozof İrfan'ın diliyle, "Varoşlardan rengarenk bir uçurtma kuyruğu gibi çıktılar, Şirinevler'den Yeşilköy'e otobandan taştılar."
Ayşe Gül Şara ise Çengelköy taraflarındaydı. Şöyle yazdı:
"Arkadaşlar ben 36 yaşında evli çocuklu, çalışan sıradan bir kadınım. Kızım arkada araba koltuğunda oturuyor, yanına bacağı parçalananlar biniyor. Topuğu parçalananlar, omzundan yaralananlar, ölüler biniyor yanına. Yanında oluk oluk kan...
Köprü girişinden Haydarpaşa Numune'ye yaralı bırakıp bırakıp dönüyoruz. Hastaneye girmek ne mümkün! Bir yere kadar araba sonrası karga tulumba...
Üçüncü gün artık tedbir amaçlı yollardayız. Biz kızımla Halil Amcası'na (şehit Halil Kantarcı) gidiyoruz, yatıyor, çok güzel yatıyor. Üstünde şanına yakışır bir bayrak. Artık o kırmızıda onun da kanı var...
Halil Amcası ile tanışamıyor ama başkan dedesi ile karşılaşıyor kızım.
Asla unutulamayacak bir gece, her gün maksimum 1,5 saat uyuyarak, gündüz çalışıp bilgi paylaşarak, gece sokaklarda. Bunun adı trollük mü bilmiyorum. Ben vatanseverlik diyorum..."
Yeni Türkiye belki de tam şimdi kurulacaktı.
Şükür, 12 Eylül 1980 darbesi aha şimdi, 36 yıl sonra yenildi diye geçirdim içimden.
Geri dönülmez bir demokrasiyi inşa etmenin vaktiydi...