90 küsurlarda feminist bir hanımefendiyle tanışmıştım.
Taksinin kapısını açmamı, önden yol vermemi, geldiğinde ayağa kalkmamı, koruyucu kollayıcı nezaketleri hiç sevmezdi. "Bunlar maşist, maço, erkek egemen şeyler. Eşitlik varsa ne gerek var bunlara?" derdi.
Ne var ki Osmanlı kadınları tarafından büyütülmüştüm. Kadına hürmet konusunda eğitilmiştim. Bu yeni paradigmada ne yapacağımı şaşırmış, elim ayağım karışmıştı!
Öyle bir hale gelmiştim ki densiz bir adam olup çıkmıştım. Ne yalan söyleyeyim dilimin ayarı kaçmıştı. Hanım cinsine, bir erkeğe edilmesi bile sorunlu şeyleri dandun söylemekten haz almaya başlamıştım. Mademki eşittik, değil mi ya?
Neden sonra nasıl bir tuzağa düştüğümü anladım...
Söz konusu çevredeki feminist radikalleri daha bir dikkatle izledim. Görgüsüz bir adam kadar maço olmak istiyorlardı:
Ağız dolusu küfür ediyor, çok eşliliği savunuyorlar, aldatmanın hak, sadakatin fasarya olduğunu düşünüyorlardı. Hakaretamiz ve saldırgandılar. Mahremiyet denen güven ilkesini parçalıyor, kendilerini en bi'gelişmiş insan olarak görüyorlardı! İçip nara atıyor, kavga çıkarıyor, evli barklı çor çocuk yaşayan kadınlara dudak büküyor, böylece özgür, asi bir kişilik kazandıklarını düşünüyorlardı...
Gezi olayları sırasında en çok kadın düşmanı laf eden kızları, 8 Mart'ta keskin porno pankartlar taşıyanları, cumhurbaşkanının ailesine edilen küfürleri normalleştiren ar damarı 90'larda böyle çatlatıldı.
O yıllardaki Türk Modernliği kendini; geleneksel, ananevi kültüre bu şekilde cepheden bir saldırıyla güncelledi. Halka savaş ilan etti
Mevzu ettiğimiz ruh, bu post-kuşak 90'larda kurgulandı. Yaşını başını almış muhalif hanımlardaki cazgırlık da, sosyal medyayı kaplayan vahşi azgınlık da oradan gelmekte.
Bu sosyal mühendisliğin el koyduğu ruhlar, ondandır geçenlerde Mersin'de Cumhuriyet Kadınları defilesinde olduğu gibi mankenleri çırılçıplak sergilediklerinde kendilerini muasır medeniyet seviyesinde zannediyorlar.
Ya da dizilerde babası, dedesi yaşındaki iki adamla yatak sahnesi çekmeyi reddeden kadın oyuncuları "gerici" diye işten atıyorlar.
Benim bedenim denirken vasat bir ataerkilliğe beden teşhir ediliyor, haftada bilmem kaç derken aslında birey nesneleştiriliyor. Cinsler arası ilişki salt hayvani bir düzeye indirgeniyor. Aşk, ihtimam, vefa ve bir yastıkta kocamak küçümseniyor.
Kadın istismarı da budur, kültürel vesayet de budur...
Hâlbuki Batıda artık nasıl kadın olunur, nasıl erkek olunur kursları açılıyor! Erkekleşmiş kadınların ve kadınlaşmış erkeklerin mutsuzlukları terapist muayenehanelerinde izdiham yaratıyor.
Buradaki bizim Batıcılarsa erkek neslinin defolarından devralınmış bir kabalığı ilericilik diye sokaklarda, gazete sayfalarında en edepsiz biçimlerde, Kemalizm ve çağdaşlık adına sergiliyorlar.
Veya üniversitelerde solculuk adına... Veya meclis kürsülerinde...
Bir hanım bakana -bakan olmasını boş verelim- bir kadına böylesine maşistçe hakaret edilmesi bu takıma işte ondan "normal" gelmekte!
Azgın bir ideolojik saldırı. Kesintisiz taciz etmek üzere kurgulanmış bir provokasyon...
Bugünlerin büyük yarılması 90'ların medyasında, kitaplarında, görsel araçlarında planlandı, onu diyorum. Resmi Dil, köşe bucak maneviyattan arındırılarak yeniden üretildi. Zihnimiz, insanın içini titreten ne kadar hassasiyet varsa hepsinden mahrum edildi.
Onlar gibi olmayan kadınlara duydukları garez, mizah dergilerinde halk tiplerini ya da Erdoğan'ı aşağılamak, sanatta kadını pornografik karton karakterler olarak resmetmek ve dindar kadınlara hakaret etmek bu nedenle pek revaçta!
Kadın düşmanlığı; feminizm maskesi takmış seküler bir riyakarlığın, bu çöküşün zelzelesi, radyasyonudur zannımca. Çok insanı zehirlemiştir.
Kadını asıl aşağılayan, onu taciz eden, onu "erotik bir toplam" haline getirenler bu sözde çağdaşlardır.
Fakat Müslüman kadınlar karşısında foyaları akmıştır!
İşin güzel tarafı odur...