Eski İstanbul, kendini keşfedecek seyyahlara hancıdır aslında.
İstanbul'da yaşayanlar, kendini İstanbullu hissedenler ve bu şehrin nimetleriyle ömürlerini genişletenler bilirler ki bu şehir keşfedilmeyi bekler. Bütün zorluklarına, meşakkatlere rağmen onun binlerce yıllık görkemi insanı sarmakta, sihirli, evet sihirli enerjisi kalpleri şu veya bu şekilde hızlandırmaktadır.
Bir akşamüstü Edirnekapı'nın taş sokaklarına, Haliç'in altınlı sularına ya da Üsküdar'a doğan güneş, Adalarda açan Mimozaların can yakan sarısıyla bize üç büyük imparatorluğun rahminin neden bu kadim şehir olduğunu sorar. Cevap bekler...
Birbiriyle dost, birbiriyle küs şu kadar medeniyetin aynı sofraya nasıl olup da oturduğunu, nasıl olup da aynı çorbaya kaşık salladığını anlatır bize yedi tepenin yedisinde birden okunan ezan...
İnsancıkların kimi yanık bir gazel atar, kimi kanto söyler. Kimisi de nesli tükenmekte olan 'maacır' şarkılar terennüm eder.
Küçük meydanlara tevekkülle yaslanmıs evlerde, bakla oda, nohut sofalarda koca kirpikli çocuklar büyür. Şurada bir Roman düğünü olur, ellerinizi Ermeni ustanın akik yüzüğü aydınlatır. Alışverişe çıktığınızda Kürtçe, Zazaca konuşur esnaf.
Çok lisanlı iner bahar akşamı Istanboliye...
Kemanlar hep Çigan çalar, darbukalar, kanunlar bir şehir güzellemesi anlatır.
İtalyanlar, Iskandinavlar, Fransızlar, Almanlar, Ruslar akar bir taraftan, bir taraftan Hintlilere, Farisîlere, Araplara, Afganilere dokunursunuz. Anadolu gelir bağdaş kurar. Yorulup da bir banka çöktüğünüzde, öyle bir selâmun aleykum çakar ki yürek sızlar.
Böyle bir şehirdir bu! İstanbul bir hancıdır zannımızca. Ziyaretçilerini, konuklarını ve de yerlilerini sarar tombul kollarıyla. Yedirir, içirir, korur, kollar gücü yettiğince. Yüreğine basar âşıklarını...
İstanbul Hanları da o yüzden önemlidir. Hanlar o nedenle asla terk etmeyeceğimiz, dikkatimizi üzerlerinden çekmeyeceğimiz mekânlardır.
Hanlar "Cümle âlem birdir bize!" nidasıyla yola çıkan kadim medeniyetimizin incisi.
Hanlar geçmişin günlerinde farklı düşüncelerin şehre dağıldığı sinir düğümleri, 'network'leri ve hayatı besleyen kültür medyalarıdır.
İstanbullular kendi şehirleriyle böyle tanışırlar, şehirlerinin üstünü açar, sevgiliyle göz göze gelirler.
Ticaretin, kültürün merkeziydi hanlar. Resmi konuk evlerinin dışındaydılar, baştan ayağa sivildiler.
Sivil toplumun sahikasıydılar, Osmanlı medeniyetinin birlikte yaşama meclisleriydiler.
Yolcular kervanlarla başka diyarlardan geldiler, yüklerini indirdiler, bir araya oturdular. Çok kültürlü bir atmosfere katıldılar, ortak bir aklı, ortak bir kültürü söyleştiler. Kimi heybesindeki kitapları, kimi uzak diyarlardan derlediği hikâyeleri, kimi malını, kimi ilmini, kimi felsefesini koydu masaya. Kimi de gizli bilgilerin sırrını paylaştı, dinini anlattı. Masa ortak bir masaydı, adına Han dendi.
Lâfın özü, 72 millet ortak bir neyi üfledi. İnsanlık mirası denen şey asıl burada biriktirildi...
Vefalı olmak, ilerilere yürürken geriye bakmak, tarihten dem almaktan söz edilecekse...
Evet, Narmanlı Han fulü! Eminönü- Mercan Büyük Yeni Han yalnız. Büyük Valide Han çöplerin arasından imdat diyor. Karaköy Kurşunlu Han'da Mimar Sinan kızgın. Eserinin ortasına niye bir gecekondu diktik diye!
Şu sese kulak verin lütfen! Hanlar, evlâtlarını geri çağırıyor: "Arada sırada hatırlayın beni, bir şey istemem gelin elimi öpün bir, ilginizi eksik etmeyin üstümden, o yeter."
Yaşlılarına, bilgelerine, mimarisine sahip çıkmayan bir kent yoksa feraha nasıl çıkar?
Ki tüm gezegen biliyor, bu kentin adı sözlüklerde iç içe geçmiş medeniyetlerin, kültürlerin başkenti diye geçmekte. Bir Medeniyet Geçidi!
Hatırlamanın ve şefkatin başkenti.
Keşfetmeye gelince, keşfettiğimiz kendi güzelliğimizdir bittabi...