İnsanın devlet kurma, hükümet yapma, iktidarı paylaşma, savaş ilan etme, maddi zenginliklerin paylaşımını yeniden düzenleme, manevi değerler âleminde hiyerarşiler kurma arzu isteğiyle geçen günlerde Hüthüt Kuşu hiç gelmedi benim balkona! Hiç uğramadı semtime.
Hâlbuki her sabah gelir, dış dünyada Müslümanlara karşı ilan edilen 3. Dünya Savaşının acısını içimdeki benlik savaşlarına yönelterek hafifletirdi. Dışardaki düşmanın içerdeki düşmanla ikiz olduğunu ilham ederdi bana. İçimizdekini yenmeden dışarıya karşı hep yenik kalacağımızı da...
Siyasetten daha mühim akıl seviyelerinin olduğunu, farkındalık denen hasletin üst menzillerini hatırlatırdı bana.
Ya da kavlimce gezer-düşünürken daima başını kaldıran o simanın, Feridüddin Attar'ın, onun Mantık al Tayr'ının "kuşdilinde" konuşurdu zatımla...
Feridüddin Attar bir 12. yüzyıl bilgesi. O aynı zamanda bir tabip, doktor, şifacı. Attar oradan gelmekte. O yılların bilgeleri hikmet ile birlikte şifa da dağıtmakta.
Bizim medeniyetimizin büyük irfani yükselişinin, hadi kelimenin Batı anlamında konuşmaktan korkmayalım, insanlığın ilk Rönesans'ı da denen o yüzyılların görkemli düşünürlerinden biri. Bir akıl piri, bir tamamlanmış insan kutbu.
Tıpkı İbni Arabi gibi, Şemsi Tebrizi, Mevlana, Hacı Bektaş, Hoca Nasreddin, Sarı Saltuk, Yunus Emre gibi, tıpkı 11-14. yüzyıllarda bu topraklarda gezinen beyinleri ışıktan, kalpleri nurdan, diğer büyük gönül erleri gibi.
İnsan düşüncesinin zirveleri, hakikat yolcuları, aşılmamış, aşılması da pek mümkün görünmeyen bilgi abideleri.
Ferüdüddin Attar'ın eserinde Hüthüt kuşu mühim bir karakter! Hakikati arayan kuşların uzaklardan gönderilmiş postacısı. Kılavuzu, habercisi, müjdecisi...
Bir kuş bir gün Hüthüte sordu: "Köpek nefis asla hükmüme girmedi. Kurt bile ovada bana aşina kesildi de bu besleyip büyüttüğüm köpek bir türlü aşina olmadı."
Hüthüt dedi ki: "Sen bu köpekle bir çuvala girmişsin. Senin nefsin hem şaşı, hem kör. Hem tembel, hem köpek. Birisi seni yalandan bile övse o nefis hoşlanır, kabarır.
Önceden çocuktuk. Akıl etmemek, gafil olmak. İlk demimiz buydu.
Orta çağımızda gençtik. Deliliğin bir çeşidi!
Son demlerimizde can yıpranırken aciz olur, zayıflar.
Bilgisizlikle bezenmiş, cahil bir ömürde şu köpek nefis nasıl ıslah olur? Böylesi insan "köpek nefse" kulluk eder, kendini unutur. Gönlünü, insanlığını kurutur..."
Nefis -nefs- bir vahşi köpek. Buradaki mecaz o anlamda bir mecaz. Saldırgan bir hayvan! Bir ayı. Sırtımızda geziyor, yular takmış insani kimliğimize, bizi yönetiyor. İhtirası, hırsı, doymak bilmemeyi temsil ediyor. Bencilliği. Nihayetinde egoyu.
Ondandı ki egoları bırakmak, bir kenara koymak o kadar kolay olmuyor. Tipimiz göstermiyor ama kim kimin sırtında belli değil!
Aşka, merhamete, şefkate, iyilikte yarışmaya kurgulanmış "insan" mı yukarda olacak, yoksa kazma dişli bir canavar mı? Orası mühim.
Eskilerde bilge bir insan yanında her tarafa saldıran, pislik, kan içinde bir köpekle gezerdi. "Ey temiz, ulu kişi neden bu köpekle gezersin?" dediler. Dedi ki, "bu köpeğin dışı pis hâlbuki benim içimdeki pislik görünmüyor!" Egolar; bencil ol, saldır, parala diye bağıran bir dizginsiz hayvanlar âlemi.
Nefsini, bağrındaki saldırganı ehlileştiren, ona kul olmayan insana ne mutlu! Ama kolay değil. Öyle insanlar var ki bir ömür boyu kör nefislerine mezar kazarlar da sonunda bir bakmışsın o mezara kendileri girmiş.
Velhasıl en büyük cihat bu, en şiddetli dünya savaşı içimizdeki!
O gece dua ettim. "Bizi; İsrail'le, Sisi'yle, 'demokrasi sadece bize demokrasi, ötekilere, Batıcıllaşmamış Müslümanlara hayat hakkı yok, onlar barbar!' diyenlerle göbek atanlardan etme yarabbi!
Bilgeliğimizi yükselt, irfanımızı hatırlat, içimizdeki beyinsizlerin maskelerini düşür. Bizi Doğuda ve Batıdaki tüm vicdanlarla, beyni açıklarla, kalbi olanlarla, mazlumlarla, dünyanın bütün zencileriyle birleştir..."
Ramazan gelmişti. İnsanla egosu arasındaki mücadelede ibretlik bir zaman! Bir yanda etin arzuları diğer yanda gönlün erdemleri.
Dışarda büyük bir savaş ilan etmişti insanın ego hayvanı. O hayvana direnecek olan gönül, iç savaşından galip çıkmalıydı.
Ardından sabah, gecenin karnından kirpiğinin mor ışığını gösterirken, gelip balkon demirine kondu nihayet Hüthüt kuşu! Yüzüme baktı. Gökkuşağı rengindeydi, kuyruğu güneş alacasında. Ve sordu: "Nefsinin vahşi köpeğinle ne haldesin?" diye.
"Terbiyeyle meşgulüm lakin zor bunu ehlileştirmek" dedim. "Bana bir yol yordam söylesene!"
"Sen kalbindeki rahmani menekşeyi her fırsatta sulamaya aksatma" dedi.
"Bütün cevaplar sende, içinde..."