- Sağlık sorunları nedeniyle bir süre yazılarınıza ara vermiştiniz. Herkesin bugünlerde birbirine sorduğu soruyu okurlarınız adına sorarak başlayalım. Darbe gecesi neredeydiniz, kimden haber aldınız ve ne yaptınız?
- Geçirdiğim iki ameliyat sonrası hastanedeydim. Belimden, problemli bir ameliyat olmuştum. Onun düzeltilmesi için Florence Nightingale'de yatıyordum. Derken ilk haberleri geldi ve Fetullahçıların darbe yapmaya kalkıştığı anlaşılmaya başlandı...
- Sanırım eşiniz Canan Barlas'tan aldınız haberi...
- Evet. "Uyuyalım, bunlardan hiçbir şey çıkmaz. Tayyip Erdoğan bunları mahveder, yer" dedim. Ondan sonra da uyudum. Yürüyecek halde değildim. Elimde olsa ben de Erdoğan'ın çağrısına uyup sokağa dökülürdüm ama ameliyat sonrası olduğu için yürüyemiyordum.
- Hem gazeteci olmanız hem de babanızın siyasi görevleri nedeniyle tüm darbeleri ta içinden yaşadınız. 15 Temmuz'la diğerlerini nasıl kıyaslıyorsunuz?
- İlk darbe 27 Mayıs 1960. Babam Cumhuriyet Halk Partisi'nin bakanıydı. Devlet bakanı, ticaret bakanı, ekonomi bakanı... Sabah Alparslan Türkeş radyoda yönetime el koyduklarını açıkladı. "NATO'ya, CENTO'ya bağlıyız" diye. Ama onu da yanlış yaptı, "Senatoya bağlıyız" dedi.
- Senatoya bağlı darbe de ilginç olmuş doğrusu...
- (Gülüyor) CENTO'yu herhalde duymamıştı. Baktım babam giyiniyor. Tıraş oldu. Ufak bir valiz hazırladı. "Ne yapıyorsun baba?" dedim. "Darbe olmuş, bütün politikacıları tutuklarlar" dedi. "Baba" dedim "Bu darbe Demokrat Parti'ye karşı"... "Yok" dedi, "Sen bilmezsin, darbeler bütün sivil politikacılara karşıdır..." Şimdi babam bakanlık yapmış deneyimli bir politikacıydı ama ben ne olduğunu biliyordum. Yani ilk taraflı darbe, klasik darbe tarifine uymayanı 27 Mayıs'tı. Bir takım subaylar cunta kurdu ve bir partinin iktidarına karşı darbe yaptılar. Sonra 12 Mart geldi 1971'de...
- Siz o dönem Cumhuriyet'tesiniz...
- Evet, onun kokusunu, ayak izlerini fark ediyorduk. Çünkü Madanoğlu Cuntası İlhan Selçuk aracılığıyla Cumhuriyet gazetesine girmişti. Onun karşısında Ecvet Güresin vardı. Hatta Kanlı Pazar'ın olduğu gün ben Cumhuriyet ailesine yemek vermiştim. Orada Ecvet Beyle İlhan kavga ettiler. Ecvet Bey "Ben bu gazeteyi postal kokutturmayacağım" diye bağırdı. Nadir Bey İlhan Selçuk'u tuttu. Ecvet Bey hafif kalp krizi geçirdi. Böyle günler yaşadık... Sonra Ecvet Bey'in işine son verdiler...
- Cumhuriyet'i darbenin dışında tutmaya çalıştığı için mi kovuldu Güresin?
- Evet. 12 Mart darbesi, 9 Mart'ta ortaya çıkan Madanoğlu Cuntası'nı bastırmak için yapıldı. İlk darbeyi destekleyen İlhan Selçuk, Çetin Altan ne kadar solcu yazar varsa toplandı, içeri atıldı. Cumhuriyet gazetesi de 9 Mart darbesini desteklediği gerekçesiyle Balyoz Harekâtı sonrası kapatıldı.
- 12 Eylül'ü de gazeteci olarak mı karşıladınız?
- Hayır, gazeteciliği bırakmaya karar vermiştim. Matbaacılık yapıyordum. Milliyet'ten Turhan Aytul geldi bana. "Türkiye'de ihtilal oldu ve bizim başyazarımız yok" dedi. Ve ben gazeteciliğe tekrar döndüm. Üç ay da imzasız yazdım. 12 Eylül enteresan bir darbeydi. Darbeden ziyade bir devlet müdahalesiydi. A'dan Z'ye herkes darbenin yanındaydı...
- Halk da...
- Halk da yanındaydı. 12 Eylül öncesi Güneş'te bir söyleşi yapmıştım İçişleri Bakanı Turan Güneş'le. Dedi ki, "Kapıyı pencereyi açık bırakmışız, sistemi rejimi korumak için kafamızda hayaller kuruyoruz. Gidiyor elden..." dedi. Hakikaten sivil politikacılar askerlere çağrı yapıyorlardı, "Ne zaman darbe yapacaksınız" diye. Evren bir karşılaşmamızda "Bakın, biz kışlaya dönmeye kararlı son kadroyuz" dedi, "Bizden sonra gelen bir daha gitmez..."
- Bu yüzden mi sonraki darbede, "28 Şubat 1000 yıl sürecek" dediler?
- Tabii. Kenan Evren'in söylediğine bir takım sivilleri de inandırdılar. Ertuğrul Özkök bile yazdı "1000 yıl sürecek" diye...
- 28 Şubat'ta da işsiz kaldınız değil mi?
- Her darbe sonrası olduğu gibi... 12 Mart sonrası da işsiz kaldım. 12 Eylül'de Özal'la aram bozuldu, işsiz kaldım... İşsiz kalmak zaten kaderde var. Gazeteci oldun mu zaman zaman işsiz kalmaya mahkûmsun.
Erdoğan dünya gerçeklerini çok iyi algılıyor
- Gelelim 15 Temmuz'a. Bu darbe girişiminin arkasında da ABD mi var?
- Bütün darbelerin arkasında ABD'nin olduğu kesin. 27 Mayıs'ta ilk deklarasyon "NATO'ya, CENTO'ya bağlıyız" oldu. 12 Mart'ı da Türkiye'nin sola kaymaması için onlar yaptırdı. 12 Eylül'ün ilk kararı, Yunanistan'ın NATO askeri yapısına dönüşünü öngören Rogers Planı'nı kayıtsız şartsız kabul etmesi oldu. 15 Temmuz'da da tabii ki Amerika vardı. Ama çok kirli, çok karanlık olduğu için bu son işin arkasında ABD'nin olması hepimizi çok rahatsız etti. Eskiden alışkındık. Amerika darbeyi yaptırır sonra sivile geçilir. Bir oyun bu. Ama bu sefer iş ciddiydi. Türkiye'nin bütünlüğüne karşı ABD'nin cephe aldığı endişesi içimizde belirdi.
- Fetullah'ın ABD'nin adamı olduğu kesin o zaman...
- O kesin. ABD'de bu örgüte karşı hukuki mücadele veren Robert Amsterdam'la konuştuğum zaman "Arkasında CIA var" diyor. Yani "Gülen'le mücadele etmek kolay değil" diyor.
- Bu ABD ile ilişkimizin en ağır yarası mı?
- ABD bu süreçte çok kötü rol oynadı. PKK'nın uzantısı PYD ile işbirliği yapıyor. Irak'ta karşımızda. Türkiye'yi bölmek için yapılmış bir darbenin arkasında ABD'nin olması da hepimizi sarstı. Birden bire o temel ittifakın Türkiye'ye zararlı bir ittifak olduğunu gördük.
- Peki her şey bu kadar açık anlaşıldığına ve halk da tavrını ilk kez sokakta gösterdiğine göre ABD bir daha dener mi? Denerlerse ne yapabilirler?
- Osmanlı'da oyun bitmez derler. ABD'de de bitmez. Daha doğrusu o üstakılda... Çünkü tek başına Amerika değil bu. ABD'nin bir beyni var: İngiltere. Kalbi İsrail. Yani çok güçlüler. Benim bakış açım şu. Kavga etmemek. Bunlarla çok zıt düşmemek. Ne yapacakları belli olmaz.
- Bundan sonra ABD ile çok zıt düşmemeyi nasıl başaracağız? Erdoğan ABD'nin Ortadoğu politikalarına, ekonomik paradigmasına karşı açıkça bağımsız bir tavır sergiliyor?
- Tayyip Erdoğan'ı iyi analiz etmek lazım. Örneğin en önemli özelliği saplantılı olmaması. Yani bir politika izlerken başka bir politikaya geçebiliyor. Milli Görüş'ten gelen Erdoğan'ı hatırlayın, şimdiki Erdoğan'a bakın. Bir bakıyorsunuz İsrail'le Rusya ile kanlı bıçaklıyız. Birdenbire Davutoğlu gidiyor. Erdoğan yönetiminde bu iki ülkeyle iyi ilişkiler kuruluyor. O bakımdan ben Erdoğan'ın dünya gerçeklerini çok iyi algıladığını düşünüyorum.
- Türkiye'nin üçüncü dünyacılığa kaydığı eleştirilerine katılmıyorsunuz o halde?
- Asla asla... Zaten Erdoğan'ın hayal ufku, projeleri üçüncü dünya projeleri değil
- Yenikapı Ruhu tuttu mu sizce? Bunun yapay olduğunu söyleyenler de var.
- Şuna bakıyorum. Türkiye'de bir referandum ya da seçim yapılsa o Yenikapı'nın işaret ettiği ruh mutlaka kazanır. E canı istemeyen de Yenikapı Ruhu'na uymasın. Burası Ortadoğu'da çok sesli bir ülke. İsrail ve Türkiye'den başka böyle ülke var mı buralarda?
- Bir kesim sanki demokrasiyi ilk kez uygulayan ülke bizmişiz gibi, sandıktan çıkan sonucun kabulünde zorlanıyor. Bu adımı atıp ne zaman olgunlaşacak siyasetimiz?
- Muhalefetin hiçbir zaman iktidar olamamasından kaynaklanıyor. Aynı şeyi CHP 1950- 60 arasında da söylerdi. Bunu ilk defa Ecevit yendi. Halkçıyız dedi. Sonra tekrar bıraktılar.
- Çözüm muhalefetin rasyonelleşmesinde öyleyse.
- Muhalefetin siyasete girmesi gerekiyor. Onlar siyasete girmiyorlar, bir takım eski siyasi kalıpları tekrar edip duruyorlar.
Gülen Örgütü'nü övenlerin rahat gezmesi mümkün mü?
- Peki, AB ile ilişkiler? Onlar da "kırmızı çizgilerimiz aşılıyor" diyorlar.
- AB'nin şu anda sorunu Türkiye değil; İngiltere, mülteciler. Doğu Avrupa'da tel örgülerle ayrılmış kentler var. AB'nin gücü Rusya'ya yetiyor da Ukrayna'daki saldırıyı, tecavüzü, haritanın değişmesini engelleyebildiler mi? Yani Avrupa kendine bile hakim değil.
- Yine dönelim darbe girişimine. 2000 yılında Fetullah Gülen örgütünü, yapısal bir sorun olarak işaret ettiğiniz Hocaefendi Sendromu isimli bir kitap yazdınız. Fetullah bu çılgınlığa nasıl kalkıştı?
- Said-i Nursi'nin 1956 tarihli bir Emirdağ lahikası var. Diyor ki "Bizim Nurcu hareket asla nüfusun yüzde 90'ı Müslüman olmadan İslam'ı siyasete sokmamalıdır. Aksi halde İslam da zarar görür." Bunu hep uyguluyorlar. Baktığınız zaman Nursi, Demokrat Parti'den destek alıyor. Nurculuk çok fazla gündeme gelmiyor. Sonra Yeni Asyacılar ve Gülenciler çıkıyor. İkisi de iktidar iddiasında değil, mevcut siyasal iktidarları savunuyorlar. İpin koptuğu yer Gülencilerin Ak Parti'nin iktidar olmasını kendi zaferleri sanmaları. Güzel güzel giderken birden devletten pay istemeye kalktılar.
- Başından itibaren mi yoksa...
- 12 Eylül 2010 Referandumu'ndan sonra. Galiba sonuca bakıp biz çok güçlüyüz deyip devletten pay istemeye başlıyorlar. Ondan sonra kıyamet koptu tabii. Dershanelerin, okulların kapatılması gündeme gelince de geri dönülmesi mümkün olmayan noktaya gelindi.
- Geçen gün Cumhuriyet gazetesine yönelik soruşturma üzerine "Tutuklamaları, gözaltıları evrensel ölçüde değerlendiremiyorum" dediniz. Bu tavrınız dönemin koşullarından mı yoksa Cumhuriyet'in kendisinden mi kaynaklanıyor?
- 11 yıl çalıştım Cumhuriyet'te. Şimdi şöyle bir durum var Türkiye'de. Cumhuriyet gibi rejimle özdeş olmuş bir gazetede çalıştığınız zaman kendinizde olağanüstü yetkiler görürsünüz. Tıpkı Cumhuriyet'in 12 Mart'ta Madanoğlu Cuntası'nı desteklemesi gibi.
- Darbe sonrası ilan edilen OHAL döneminde tüm muhalifler tasfiye ediliyor eleştirilerine ne diyorsunuz?
- Türkiye'de bu tür tasfiyeler bir türlü bitmiyor. Ortadoğulu olmak çok zor, bela bir iş. Daha önce de böyle şeyler yaşandı. Vaka-i Hayriye ile Yeniçeri dağıtıldı. Bektaşi olmak çok tehlikeliymiş. Herkese Bektaşi diye damga vururlarmış. 27 Mayıs'ta DP'liler vardı. 12 Mart'ta solcular. Ama bu da sebepsiz değildi. 12 Mart'ta solcular da 9 Mart darbesini yapacaklardı. Yani hem devlet kendini savunmak istiyor ama durmadan da savunmasına neden olacak eylemler de oluyor. 15 Temmuz'un arkasında Fetullah Gülen olduğuna göre bu örgütü övenlerin, destekleyenlerin rahat gezmesi mümkün mü? Tersi olsaydı tasfiye listesi çok farklı olacaktı.
Türkiye'de manşet üretmek ciddi işti
- Medyanın bugününden yakınılıyor. Eskiden daha mı iyiydi?
- Mesleki olarak profesyonellik eksildi. Yazı işleri toplantılarında pırıltılar çıkardı. Yani Türkiye'de bir manşet üretmek ciddi işti. Çok politize olundu.
- Bu politik ortamda siz farklı düşündüğünüz eski dostlarınızla dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
- Dostluk farklı. Görüştüğümüzde bunlara takılmadan hiçbir şey yokmuş gibi davranıyorum.
- 48 yıllık örnek bir evliliğiniz var Canan Barlas'la. O da bir gazeteci. Peki ya onunla dengeniz?
- (Gülüyor) Bir dengemiz yok.
- Muhteşem bir hafızanız olduğu hep söylenir. Bugünlerde ne okuyorsunuz?
- Yakın dostlarının Yahya Kemal'i anlattığı bir kitap var, onu okuyorum.
- Televizyona ne zaman dönüyorsunuz? Sizi ekranda görmeyi özleyen çok seyirciniz var.
- Sağ olsunlar. Çok yakında...
İnönü Cumhuriyet'i Alman etkisinde diye kapattı
"1924'te, neredeyse Cumhuriyet'le birlikte kurulmuş. Atatürk'ü tutan iki gazete var biri Vakit diğeri Cumhuriyet. Hatta Vakit'in adını 'öztürkçe olsun diye kurun' demiş Atatürk. Harf devrimi olunca diğerleri batıyor. Servet-i Fünun, Tasvir-i Efkâr... Bunlar 40-50 bin tirajlı büyük gazeteler. Birden bire insanlar gazeteleri alınca tanımadıkları harflerle karşılaşıyorlar. Tirajlar dibe vuruyor. Cumhuriyet'le Vakit de öyle. Atatürk bu iki gazetenin sahiplerine 300'er bin lira veriyor. Karşılığında da açık tarihli senetler alıyor. İnönü, Atatürk öldükten sonra kasayı açıyor iki senet buluyor... Cumhuriyet'in senedinin üzerine o günkü tarihi yazıp icraya veriyor. Ondan sonra İnönü ile Cumhuriyet'in arası açılıyor. İnönü 1941 yılında Cumhuriyet'i 5 ay 14 günlüğüne kapatıyor. Gerekçesi ise Cumhuriyet'in çok fazla Nazi Almanya'sı taraftarı olması."
Evren'le diyalog kurmak için eşi hakkında yazı yazdım
"Darbe yönetimin başı Kenan Evren'le diyalog kurmak istedim. Eşi ölmüştü. Eşi için iyi bir yazı yazdım. Evren bu yazı üzerine bir seyahatte yanıma geldi. 'Teşekkür ederim' dedi. 'Benden bir istediğiniz var mı?' diye sordu. O sırada Mümtaz Soysal'ın tutuklanacağı haberi gelmişti. 'Var' dedim, 'Benim yazarım tutuklanıyor, onu hallederseniz sevinirim' dedim. Onu halletti hakikaten de. Soysal'ın dosyası kapandı."
Nadir Nadi Cumhuriyet fıkrasına gülerdi
"Nadir Nadi Bey, çok hoşgörülüydü. Cumhuriyet'le ilgili bir hikâye vardı. Onu kendisine anlattığımda gülerdi. 1939 yılında Çekoslovakya'da bir köylü tarlasını çapalarken tankın üstünde bir Nazi subayı geliyor. Cebinde de Cumhuriyet gazetesi var. Aradan yıllar geçiyor. Aynı köylü yaşlanmış. Bu kez tarlaya Rus tankları geliyor. Rus subayın cebinde de yine Cumhuriyet... Yani hem solcu hem sağcı hem komünist hem Nazi. Böyle bir şey. Cumhuriyet hakkındaki hikâyeler bunlar. Cumhuriyet'in yapısı bu..."
İki sakallı, hoca efendilerinin temsilcisi olarak yazıişlerine atandı!
- 2013 yılında da bir Rus gazetesine verdiğiniz röportajda Fetullahçıları Soros'çulara benzettiniz. Eleştirileriniz, basında bu yapıya yönelik tartışmanın başlamasına katkı sağladı. Bu yapı sizi ilk kez ne zaman rahatsız etti?
- 28 Şubat'ta Zaman'a davet ettiler. Sabah da susturulunca ben de gittim. Bir hafta çalıştım. Bir gün bir gazete yaptık. Ertesi gün gazeteyi elime alınca "Ya biz dün başka bir gazete yapmıştık, bu ne?" dedim. "Hoca efendi beğenmedi gece değiştirdi" dediler. Dedim ki "Hoca efendi hocaysa camiye gitsin, gazeteciyse gelsin aramızda otursun." Ertesi gün iki sakallı, hoca efendilerinin temsilcisi olarak geldi, yazıişlerine yerleşti. Üçüncü gün de Mesut Yılmaz'ın 28 Şubat tavrını eleştiren bir yazı yazmıştım. Gazetenin sahibi olduğunu söyleyen Alaadin Kaya aradı ,"Sayın Barlas, Mesut Bey aleyhine yazı istemiyorum" dedi. "İyi zaten Zaman'ı bırakıyorum dedim" istifa ettim. O günlerde Cemaatten biri gelip "Zaman'ı niye bıraktınız. Biraz sabretseniz bu ülkede her şey bizim olacaktı" dedi.
Atatürk muhalif gazeteleri topladı ve...
"Yahya Kemal anlatmıştı babama, ben de orada dinlemiştim. 1924, Atatürk İstanbul'un bütün gazetecilerini İzmit'e çağırıyor. Muhalif olanları da. 'Artık beni tenkit edin, padişahlık bitti Cumhuriyet var' diyor. Ahmet Şükrü Esmerler, Yahya Kemaller 'Ne büyük adam. Bize görev verdi, eleştir diye' diyorlar. Hepsi o görevi öyle bir yapıyorlar ki 'Yeter artık', 'Bıktık postal kokusundan', 'Dolmabahçe vardı gitti, yerine Çankaya geldi' manşetleri atılıyor. O kadar çok eleştiriyorlar, görevlerini o kadar iyi yapıyorlar ki 1924 sonunda Takrir-i Sükûn kanunu ile Çorum'a şuraya buraya sürgün ediliyorlar. Yahya Kemal 'Atatürk pusuya yattı, hepimizi açığa çıkardı. Bir daha politikaya tövbe' demişti."