15 Ocak 2016
Sinemadan çıktığımda, bu politik sinema filmi beni iliklerime kadar ürpertmişti. Ama hep söylediğim başka bir şey daha gerçekleşmişti. Film, hiç öyle politik sinema dediğimizde aklımıza gelen kasvetli, bunaltıcı, ağır, yavaş, ıstırap dolu bir yapıt değildi. Yani çok saygı duysam da, çok sevsem de belirteyim, Gavras'ın, Loach'ın sineması değildi. Kıpırtılı, durduğu yerinde duramayan, hatta yer yer çocuklaşan bir film Büyük Açık ama bir yandan da iyi, derin, etkileyici bir roman gibi harıl harıl karakterlerini geliştiriyor.
Film bittiğinde kapitalizm belasının hepimizi, herkesi nasıl hücrelerine kadar sömürdüğünü, her şeyin nasıl bir yalan üstüne kurulduğunu, alan ve satanın o oyuna nasıl razı olduğunu anlıyorsunuz. Film 2008'de ABD'de başlayan, İspanya ve Yunanistan'a sıçrayan ekonomik krizi anlatıyor.
Aslında, bütün karakterlerin teker teker ifade ettiği gibi bir dehşet senaryosu yaşanıyor o günlerde, ona giden yolda, dönemde ama gene de kapitalizm her defasında küllerinden doğuyor, döngü bıraktığı yerden bir kere daha kuruluyor.
Çağdaş sinemanın da, siyasal sinemanın da has örneklerinden, belgeselle kurmacanın müthiş bir kesişimi bu film. Arkada da ABD toplumunun 2000'lerdeki o yalan dünyası, o ışıl ışıl denen uydurma kültürü yer alıyor. Sinema olarak izlenmeli ama asıl mesele, bu filmin ve getirdiği meselenin üzerinde düşünülmesi... Oscar'a giden günleri heyecanla izliyorum.