Kadınlar belli bir yaşa gelince, plastik cerrahinin, tıbbi desteklerin katkısına başvuruyorlar. Kendilerini yeniliyor, gençleştiriyor, yeniden inşa ediyorlar. Artık bir Pygmalion'a ihtiyaçları yok. Pygmalion kendileri. Ne istiyorlarsa, onu gerçekleştirebilecekleri olanaklara sahipler
Epeydir aklımdaydı, yazacaktım. Üstünde düşünüyordum. Fakat erken 40 yaşlarının bütün güzelliğini süren, bukleli saçları, güneşten korunmak için taktığı siyah, güzel ve büyük gözlükleri, çok 'Pariziyen' mantosu ve büyük, iç açan gülümsemesiyle dostum biraz öne doğru eğilip elindeki pazar gazetelerinin birinden bir haber okudu. O an yazayım dedim...
Sinemanın en güzel kadınları arasına adını yazdırmış bazı oyuncuların yaşlarını söyledi. Gece Bekçisi'nden bu yana hayranlıkla izlediğim, çok bilmiş kadın edasıyla ağzının kenarına iliştirdiği gülümsemesi daima bana ilginç gelmiş, hele Helmut Newton'un çektiği fotoğraflarına ayrıca tutkun olduğum Charlotte Rampling mesela 68 olmuş.
Bir defasında karşılaştığım, galiba hiç hazzetmediğim, ama çok 'tipimdir' demesem de güzelliğinin kıymetini kabul ettiğim, ne yazık ki, yüzünde mutsuzluk yansıtan acının acısı bir ifadeyle 'kötü yaşlanan' Catherine Deneuve 71'miş. Daha dünkü çocuk sayılacak, gene Allah'ın bildiğini ne saklayayım, Mehmet Yılmaz kardeşimin tapacak kadar sevmesine rağmen bendenizin, fare dağa küsmüş dağın haberi olmamış misali, o derecede takdirine mazhar olamamış (!) Nicole Kidman bile 50'sine merdiven dayamış. Hem de La vie est belle (hayat güzeldir) gibi iddialı bir parfümün ilanına oturmuş.
***
Dostum bunları sıraladıktan sonra hepsinin lüks eşya üreten firmaların reklamlarındaki 'yüz' olduğunu belirtip, 'artık' dedi, "Belli bir yaşın üstündeki kadınlar da kendilerine yer bulacak." Biraz durduktan sonra her zamanki 'aşırı rasyonelleştirme' çabasıyla akıl yürütmeyi sürdürdü, "Başka ne olacaktı yani?" diye devam etti, "O malları gençler almıyor ya, belli bir yaşın üstündekiler alıyor..." Fakat asıl darbesini sona saklamıştı, indirdi, "Böylece yaşlı erkek genç kadın devri kapanıyor galiba..."
Ben de kaçın kurasıyım, altta kalır mıyım, "Eh zaten" diye cevap verdim, okuduğum gazeteden başımı kaldırmadan, "O nedenle artık yaşlı kadın-genç erkek ilişkileri hayatımızı dolduruyor..." Bu lafı ettikten sonra daha fazla gazeteye bakamazdım, başımı kaldırdım, dostum, güneş kadar aydınlık gülümsemesiyle müthiş kahkahasını attı, baş parmağını havaya dikerek, sözümü beğendiğini gösterdi, sonra da kahve fincanını benimkiyle tokuşturdu.
Yaşlı erkekgenç kadın 'imajı' oldukça eski bir kalıp. Arkasında epey bir 'edebiyat' var. Bunların en önemlisi,
Pygmalion'dur. Hikaye malum: Kıbrıslı bir heykelci olan Pygmalion içine kapalı, insan arasına karışmaz bir sanatçıdır, varsa yoksa heykelleri... Birgün fildişinden bir kadın heykeli yontar. O kadar beğenir ki, âşık olur. Gece gündüz onu okşar, sever, yanından ayrılmaz. Acıyan Tanrılar Galatea'ya can verir, birleşirler, bizim 'merdümgiriz' (mizantrop/insandan kaçar) Pygmalion hayata döner. Psikanaliz epey incelemiştir bu öyküyü. Ama erkekler, kendilerinden hayli genç bir kadınla beraber olmayı, onları kendilerince biçimlendirmeyi bir marifet sayar. Yıllar öncesi bir Paris gecesinde, sabaha karşı, bir kafede yerde oturan bir kızcağız gördüm. Yanında da gayet 'dandy' kılıklı, hayli yaşlı başlı, beyaz sakallarıyla da yakışıklı, çok iyi giyimli, hali vakti besbelli yerinde bir adamcağız vardı. Kız yerde oturmuş, içtiği içkilerin tesiriyle, suratında gülümseme, sigara içiyordu. Ben gayrı ihtiyarı baktım. Adam gördü, gülümsedi. Ne yapacaksınız, "Bir sorun yoktur umarım?" dedim. "Hayır bayım" dedi, "Hiçbir sorun yok". İçimden "Kızınız mı?" diye sormak geçiyor ama olmadığını biliyorum. Güngörmüş zat anladı, "Sevgilim" dedi.
Şaşıracağımı düşünerek açıklamaya girişti. "Böylelerini bulurum, bunlara nasıl giyinmek, yemek, içmek gerektiğini, güzel şeylerden zevk almasını, kısacası hayatı öğretirim. Bir süre sonra gideceklerdir, bilirim, giderler. Ben yeni birisini bulurum. Ne yapacaksınız ki, bir süre sonra yaşım daha da ilerleyecek ve belki de bulamayacağım. Bu güzel kadınların dostlarım olacağını hayal ediyorum..." Yapacak bir şey yoktu. İçtiğim kahveyle armanyağın parasını ödeyip kalkacaktım, "Hayır bayım" dedi, "Lütfedin ben ödeyeyim, Paris'te bile artık beni anlayan birisini bulmak çok zor..." El sıkıştık, puromu çekiştirerek çıktım. Hayli 'Pariziyen' bu hikaye her şeyi anlatıyordu. İlave edecek tek şey yok.
***
Ama bu hikayenin başka bir boyutu var: biyoloji. Ne yapalım ki, doğa, erkeğe ve kadına farklı ve eşitsiz/haksız bir yaşlanma grafiği çiziyor. Allah'ın bildiğini niye saklayalım, erkek yaşlandıkça belki daha da 'karizmatik' oluyor. Kadınsa, bir zaman önce, belli bir yaştan itibaren doğanın yıkımına uğruyor. Ayrıca geleneksel hayat içinde eve kapalı oluşu, çocukların bakımı, hanenin çekilip çevrilmesi, korumacılık, şefkat hepsi ona düştüğü, buna mukabil erkek sosyal hayatın içinde bulunduğundan çiftler arasındaki ilişki bir süre sonra 'asimetrik' bir hal kazanıyordu. O zaman erkekler 'dışarıya' gidiyordu, başka kadınlarla ilişki kuruyordu. Bu ilişki ilginçtir.
Kadın bugün sosyal hayatın içindedir. En az erkek kadar, çoğu zaman ondan daha ileri derecede eğitimli, kültürlü ve güçlüdür. Ayrıca, ben Türkiye'de erkeklerin çok hazin bir durumda olduklarını, kadınların müthiş bir yükseliş içinde bulundukları kanısındayım.
Bu yükseliş sadece sosyal, sadece kültürel nedenlere dayanmıyor. Arkasında müthiş bir biyoloji de var. Diğer alanlardaki çok güçlü gelişmeye paralel olarak kadınlar tıbbi teknoloji yardımı alıyor artık. Belli bir yaşa gelince, plastik cerrahinin, tıbbi desteklerin katkısına başvuruyorlar. Kendilerini yeniliyor, gençleştiriyor, yeniden inşa ediyorlar. Artık bir Pygmalion'a ihtiyaçları yok. Pygmalion kendileri. Ne istiyorlarsa, kendilerini nasıl tasavvur ediyor, nasıl görmeyi düşlüyorlarsa onu gerçekleştirebilecekleri olanaklara sahipler.
Bu iş sadece plastik cerrahiyle sınırlı da değil. Hormon tedavileri, yenileyici ilaçlar, diğer eczalar onları çoğu zaman gençlik yıllarından daha çekici hale getiriyor. Buna bilinçli beslenmeyi, buna sporu ekleyin. Ortaya kusursuz bir sonuç çıkıyor. Zamana ve doğaya meydan okuyan bir
yeni kadın tipi doğuyor.
Böyle bir 'düzen' içinde roller değişiyor. Hayata yeniden başlayan kadın, bu defa kendisine bir de genç sevgili ediniyor. Çok zor bir şey de değil. Eğer Parisli yaşlı 'dandy'nin hayat felsefesini bir defa benimser, bu ilişkilerin sürekli olmayacağına gönüllerini yatırırlarsa hanımlar genç erkeklerle günlerini gün edebilirler. Üstelik,
Mektepli filmi, yerli yerinde duruyor. Her genç erkek, kendinden yaşlı bir kadının sevgilisi olacağı hayalini kurup durur.
Bu Pygmalion esprisi durduğu yerde durmaz. '
Pygmalion etkisi' diye bir kavram da vardır, psikologların bildiği. İnsanlar kendilerine dönük beklenti ne kadar yüksek o kadar başarılı, o beklenti ne kadar düşükse o kadar başarısız olur der. Dedim ya, dünya tersine döndü, kadınlar artık Pygmalion, üstelik bu etki altındalar yani, beklentileri yüksek. Yaşlı ve evli bir kadının genç bir adamla umutsuz aşkını anlattığı
Brahms'ı Sever misiniz filminin dramı belki hâlâ devam etmektedir ama ince, zarif ve güzel dostum haklı, model artık değişti, çünkü dünya değişti...