Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Katillik içgüdüsü ve trafik

Dalmışım çalışıyorum.
Televizyon açık. Kulağıma çarpıyor. "Günde 10 kişi ölüyor" dendi. Acaba, 1970'lerden mi bahsediliyor diye başımı kaldırdım.
Ekranda bir tıp hocası. Trafik kazalarıyla uğraşıyor.
Açıklama yapıyor. Trafik kazalarında günde 10 kişinin öldüğünü belirtiyor. Yılda, 3650 kişi. "Ayrıca" diyor hoca, "İnsanlar, kazaya uğrayanların büyük bir bölümünün hastanelerde öldüğünü bilmiyor. Yani yaralıdır, bazen de bir şey olmadı diye kaza yerinden götürülenlerin çok önemli bir bölümü sonradan kaybediliyor. Durum düşünülenden, bilinenden daha vahim."
Dinledikten sonra bunları, içimin karardığını hissettim. Ben 1970'lerin çocuğuyum. Gençliğim o 1975-80 arasındaki karanlık yıllarda geçti.
O dönemde toplam 5 bin kişi öldü. Bu ülkede 'günde 10 kişi ölüyor' diye asker darbe yaptı, taş üstünde taş bırakmadı. Düşünmeye devam ediyorum.
Bütün Kurtuluş Savaşı kayıplarımızın toplamı gene 5 bin kişi. Şimdi düşünün, 2015 yılında, şu teknoloji ve gelişmişlik düzeyinde yılda 3 bin 650 kişiyi kazalarda kaybediyoruz. Yaralıların sayısını bilmiyorum bile. Muhtemelen utanç verici bir rakamdadır.

YAPA YAPA ÖĞRENMEK

Yıllardır bu konuyu düşünürüm. Onlarca sayfa not almışımdır. Trafik vahşetiyle ilgili kendimce açıklamalarım vardır. Son derecede karmaşık bir meseledir bu. Ben kendimce sosyolojik ve psikanalitik bazı çözümlemelerde bulunuyorum.
Başlayayım.
Bir kere trafik bizim modernleşme problemimizi yaşadığımız kritik alanlardan biridir. Buna gelin 'Türkün makineyle imtihanı' diyelim.
Makine dönemini Batı, sanayi devrimiyle birlikte yaşadı. Makinenin, makine kullanmanın bir disiplin hem de çok katı bir disiplin meselesi olduğunu öğrendi. Biz o evreden geçmedik.
Feodalitenin içindeyken yani kırsal alan ilişkilerinin ortasındayken, zamanın ve kapitalizmin hükmü, içinde bulunduğumuz o dönemi aştı ve makine kullanmanın disiplinini edinmeden arabaların direksiyonlarına geçtik.
Anadolu'dan İstanbul'a 12 yılda 6 milyon insan geldi. Çoğu Güneydoğu'dan. Bunların içinden önemli bir bölümü taksici ve sürücü oldu. Hiçbir deneyimleri yoktu. 'Yapa yapa öğrenmek' yöntemiyle ve çarpık zihniyetiyle araçlarını sürmeye başladılar.
Trafiğin bunca deneyimsiz, eğitimsiz insanı kaldırması söz konusu bile değildi. Ama bunu zorladık. Üstelik o insanlara güçlü, işlevsel bir eğitim vermedik.
Taksicilerin de normal sürücülerin de eğitimsizlikleri sağır sultanın bildiği bir gerçek. Her zaman söylerim, çatal bıçakla yemek yiyemeyenler otobüs ve tır kullanıyor.
Gelelim işin daha dramatik yanına.
Trafik bizim baskı altında kalmış kişiliklerimizin infilak ettiği bir alandır. Biz şiddete yatkın bir toplumuz. Şiddet gündelik hayatımızın bir parçasıdır. Doğarız, evde annemizden babamızdan, okula gideriz öğretmenden, askere gideriz komutandan, devlet dairesine gideriz memurdan, karakola gideriz polisten şiddet görürüz. Apaçık şiddet görürüz. İşin ucu fiziksel şiddete kadar gider. Dayak yeriz, açıkçası.
Bu kadarla kalsa iyi. Kadına dönük şiddet sınırsızdır.
Aile içinde şiddet vardır. Baba anneyi döver. Çoluk çocuk buna tanık olur. Herkes tanık olur. 'Karı koca arasına girilmez' der susarız.
Kaba güç tutkumuz sınır tanımaz. Hâlâ silahı bir erkeklik sembolü olarak görürüz. Aynı şekilde çok içmeyi bir erkeklik gösterisi olarak alırız.
Bunların hepsi şiddettir.

HER ŞEYE SAHİP OLMAK

Bu şiddet altında ezilen insan nihayet gelir arabasına biner. İçinde birikmiş, kendisinin bile farkında olmadığı öfke kabarmaları, dalgaları arabanın binlerce kilo ağırlığı olarak boşalır. Arabayı insanların üstüne sürer. Kural tanımaz. Yakıp yıkmak ister ortalığı. Önüne geleni öldürme isteğidir bu. Katillik içgüdüsü diyelim. Ama unutmayalım psikanaliz bize öldürme içgüdüsünün iki başlı olduğunu, karşıdakini öldürmek isteyenin aslında kendini öldürmek istediğini açıklayalı bin yıl oldu. Garip bir 'efendi-köle' diyalektiği işler burada.
Kısacası katillik ve intihar ilişkisi sarmal halinde biner direksiyon başındaki insanın üstüne. Yılların içinde biriktirdiği kini, öfkeyi, nefreti kusmak, yılların intikamını almak ister Türkiye'de araba kullanan insan. Bunu daha ileri götürüp 'kurban' psikolojisine bağlamak da mümkün. 'Öleyim de kurtulayım' deyiminin, deyişinin bu kadar yaygın olduğu başka bir dil bilen varsa beri gelsin! Herkes kendi kendisinin kurbanı olmak isterken, bunu yapamayınca, gidip başkasının katili olmaya çalışır.
O psikolojisini elbette başkasına yansıtır.
Gelelim işin bir başka yanına. Sanayi devrimini yapamadık, makine ve kural disiplini edinemedik. Sermaye biriktiremedik, mülkiyet sahibi olamadık. Hâlâ ve hâlâ 'küçük burjuvaziyi' geliştirmeye çalışıyoruz. O sınıfın Marks'ın anlattığı bir radikalizmi vardır. Her şeye sahip olmak, her şeyin mülkiyetini edinmek ister. Sınır, kural, had, hudut tanımaz.
Yakar, yıkar, geçer. Türkiye tam manasıyla bu radikalizmi yaşıyor.

SINIFSIZ TOPLUM

Bir düşünün bakalım. Kuyrukta beklerken insanlar önünüze geçmek istemiyor mu? Hatta bunun için bir deyimimiz bile var değil mi; 'kaynak yapmak' diyoruz. Kimse önden geçince açtığı kapıyı size tutuyor mu? Telaşınızı görüp yerini size vermeyi öneren gördünüz mü?
Bunların hepsi küçük burjuva radikalizmidir. Trafik sorunu da gelip payını alır. Sollayan arabalar, önünüze direksiyon kıranlar, kırmızıda basıp geçenler aynı yolun yolcusudur. Dünya onlar içindir.
Haydi son bir hususa daha değineyim: sınıfsız toplumuz. Toplum herkese yatay ve dikey ilerleme olanağını sınırsızca verir. 'Amerikan rüyası' değil, 'Türk rüyası' demek gerekir bu duruma. Dün kente gelen bugün kentli olduğunu sanır. Kentli insanın görgüsünü, bilgisini, terbiyesini neredeyse aptallık sayar. Yerleşik olmak umurunda bile değildir. Göçebe psikolojisiyle, kırsal alan kültürüyle kentliliği yaşar.
Sınıf ayrımının getirdiği temkinlilikten de nasip almadığı için kendisinde her şeye hak bulur.
Trafik 'görgüsüzlüğü', 'terbiyesizliği', emin olun, buralardan köklenir. Nezaketin olmadığı yerde trafik kuralı mı olur? Kısacası, bir kent gerçeği olan trafik kent dışı bir kültürle yoğrulunca günde 10 kişi ölür.
Trafik ve kentlilik modern kavramlardır.
Olgulardır. Trafiğini idare edemeyen, her sene 3-4 bin ölü veren bir toplumun modernliğinden söz edilemez. Bu dramatik değil, trajik bir haldir.
Ortada bir çöküş var. Bir iflas var. Buna, en büyük ciplere binen, en pahalı arabaları kullananlar dahildir. Şehrin en dar sokaklarında gaza basıp ortalığı birbirine katanları ne unutuyoruz ne görmezden geliyoruz. Sadece şiddetlerine güç yetiştiremediğimiz için susuyoruz. Ama öbür tarafta da araba sürmeyi bilmeden trafiğe çıkanlar var. Sonuç bir tek sorudur: modern miyiz, modernleşiyor muyuz?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA